Türkiye krizler ülkesidir. Her gün hatta her saat bir kriz çıkabilir, ancak bu günlerde yaşadığımız ekonomik çöküşün kriz olarak nitelendirilmesi doğru değildir. Çünkü bilim insanlarına göre bir olaya kriz denilebilmesi için "aniden, öngörülemeyen, beklenmedik bir anda ortaya çıkmış olması" gereklidir. Oysa, bu günkü ekonomik kriz aniden ve öngörülemeyen bir anda ortaya çıkmadı, bu krizin geleceğini, bizler nasıl ki gördüysek, iktidardakilerde gördü ve bu nedenle Anayasaya göre 3 Kasım 2019 da yapılması gereken seçimler erkene alındı.
24 Haziran seçimleri öncesi bugün yaşadıklarımızı er yada geç kısa bir süre içerisinde yaşayacağımızı biliyorduk, bunu da halka anlatmaya çalıştık, ancak halkım, dinleyerek değil yaşayarak öğrenmeye alıştığı için illa ki bu günleri görmek istedi.
Aslında, bu günlerin bir kez daha geleceği, ta 2001 yılından belliydi, 2001 krizinden sonra bir takım önlemler alınıyor görüntüsü altında, fatura yoksul halka çıkarıldı ve o günkü siyasi iktidar ekonomik krizin faturasını meclis dışı kalarak ödedi, sonuç itibariyle AKP iktidarı başlamış oldu.
2001 yılında ekonomik krizin sözde sonlanması ve bir daha yaşanmaması için "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" adı altında bir "ulusal program" sunuldu. Sunulan bu program da, uyguladıkları politikalar nedeniyle, krize neden olan Hükümet ve uluslararası sermaye kuruluşları tarafından hazırlandı. Yani, hem krizin doğmasına neden oldular hem de acı reçeteyi hazırladılar. Bu acı reçeteyi uygulayacağını yani İMF ve diğer uluslararası sermaye kuruluşlarının sözünden çıkmayacağını taahhüt eden AKP de iktidara geldi.
Ancak, belirlenen programı uygulayacağı sözünü vererek iktidar olan AKP, neo emperyalistlerin öncelikli isteği olan özelleştirme programını uyguladıktan ve onların istediğini verdikten bir süre sonra esiri olduğu popülizm ile bu programı da uygulamayı bıraktı ve bu günlerin gelmesini çabuklaştırdı. AKP, bir önceki hükümetin gidişinden ders aldığından aynı akıbete uğramamak için, önce basının tamamını (bir kaç istisna dışında) ele geçirdi ve tek adam rejimini yine uluslararası güçlerin yardımı ile yeni hükümet sistemi olarak kabul ettirdi. Bununla birlikte sendika, dernek vs sivil toplum kuruluşlarının denetimini Devlet Denetleme Kurumuna bağlayarak, istediğinde kayyum eliyle bunların yönetimine el koymayı yasalaştırdı, böylelikle sivil toplum kuruluşlarını da ses çıkaramaz hale getirdi.
İçinde bulunduğumuz durumun devam edip etmeyeceğini, ve bunun bir ekonomik çöküşe neden olup olmayacağını zaman gösterecektir, ancak kesin olan bir şey var ki, bunun faturasını yine yoksul halk ödeyecektir. Hem de bu sefer sesini dahi çıkaramayacaktır.
2001 krizinde yazar kasa fırlatan Ahmet Çakmak, "O gün ben yazar kasa atmakta yüzde yüz haklıydım. Ama bugün yazar kasa atılacak bir durum yok" demiş.
Oysaki, 2013 yılında verdiği bir röportajda ise şunları söylüyor "Ecevit adam gibi adammış. Allah rahmet eylesin nur içinde yatsın. Biz çok yanlış insanları kendimize lider olarak seçmişiz. Şu anda Başbakan ekonomik krizin ne olduğunu bilmez" demiş.
Şu anda Başbakan dediği kişi bugün Cumhurbaşkanı, değişen ise Ahmet Çakmak'ın korku düzeyi. Tek adam rejimi insanları ekonomik çöküntüyü dile getirmekten dahi korkar hale getirmiş yani iktidar amacına ulaşmış gibi gözüküyor. Ancak unutulan bir şey var bizde kriz bitmez ve her kriz aynı zamanda bir fırsattır.
GÜÇLÜ EKONOMİYE GEÇİŞ PROĞRAMI UYGULANDI MI?
2001 krizinin sonlanması ve o günlerin bir daha yaşanmaması için hazırlandığı ileri sürülen programın uygulanıp uygulanmadığını anlamak için söz konusu programda verilen sözlere bakmak gerekir;"Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" nda verilen sözlerden bir kaçı:
*Özelleştirmeleri hızlandırmak;
*Kamuda kaynak tahsisi sürecinde şeffaflık ve hesap verilebilirliğin sağlanması, iyi yönetişimin ve yolsuzlukla mücadelenin güçlendirilmesi;
*Dalgalı kur sistemi içinde enflasyonla mücadeleyi kesintisiz ve kararlı bir biçimde sürdürmek;
*Kamu finansman dengesini bir daha bozulmayacak bir biçimde güçlendirmek;
*Toplumsal uzlaşmaya dayalı, fedakârlığın tüm kesimlerce adil bir biçimde paylaşılmasını öngören ve enflasyon hedefleri ile uyumlu bir gelirler politikası sürdürmek;
*Bütün bunları etkinlik, esneklik ve şeffaflık ile sağlayacak yapısal unsurların yasal altyapısını oluşturmak.
AKP iktidarı söz verdiği özelleştirmelerin tamamını fazlası ile hatta Telekomun özelleştirilmesinde olduğu gibi, parasını dahi almadan yaptı. Çünkü emperyalist güçlerin asıl istediği buydu. Ancak, bir daha kriz olmaması için asıl yapması gerekenleri ise yapmadı.
İşte bu günkü ekonomik çöküşün nedeni, 2001 yılında açıklanan ve yoksul halkı açlık noktasına getiren bu program ile verilen sözlerin bile (özelleştirme dışında) AKP iktidarı tarafından uygulanmamış olmasıdır. Programın uygulanması bir yana uluslararası konjöktürden kaynaklanan likitide bolluğu fırsat bilinerek, dış borçlanma arttırılmış, alınan borçlar hiç te şeffaf olmayan ihalerle yandaş müteahhitlere kaynak olarak aktarılmıştır. Tüm ülke bir anda şantiyeye dönüştürülmüş, doğa ve çevre katledilmiştir. Bu bolluk içinde bal tutan parmağını yalar mantığı ile ülke yolsuzluğa batmıştır.
BUNDAN SONRA NE OLACAK
Ekonomik çöküşün nedeni ne Rahip Brunson krizi ne de Amerika'nın yaptırım kararlarıdır. Yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi bu kriz 2000'lerden bu yana devam eden kötü yönetiminin sonucudur.
Bu krizin ana çıkış nedeni kamu ve özel sektör borçlanmasının döndürülemez noktada olmasıdır, bu nedenle krizden çıkış yolu, yeni ve daha uzun vadeli borç bulmaktan geçmektedir. Buradaki temel sorun size borç verecek kişilerin sizden ne istediği olacaktır. Neo emperyalist güçlerin istediğini verecek olan partiler yine bu güçler tarafından iktidarda tutulmuşlardır. Ancak bu kez AKP nin ipi MHP nin eline verilmiş, bir önceki dönemde Ecevit hükümetini ilelebet tarihe gömen Bahçeli'de bu görevi seve seve kabul etmiştir. AKP'nin tek korkusunun iktidarı kaybetmek olduğunu bilen neo emperyalist güçler, istediği gibi bu süreci kullanacaklardır ne istediklerini ise zaman içinde göreceğiz. Rahip Brunson'ın serbest bırakılması isteği başlangıç ve ısındırma turudur. Asıl istekleri ekonomik ve siyasal bağımlılığın artması olacaktır. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan Çin ve Rusya kartını kullanarak siyasi bağımlı değilmiş gibi görünmeye çalışsa da, Çin ve Rusya'da neo emperyalizm çarkının birer dişlisinden ibarettir ve Türkiye'yi bu sarmaldan kurtarmak için kıllarını dahi kıpırdatmayacaklardır. Çin'in verdiği 3.5 milyar doların, Sarayın bir yıllık harcamasının 1 milyar 650 milyon TL olduğu dikkate alındığında, dönem sonuna kadar Sarayın harcamalarına dahi yetmeyeceği ortadadır. Bu nedenle Çin ve Rusya'yı kullandığını sanarak bu krizden çıkmak mümkün değildir.
Krizin faturası yine yoksul halka çıkacaktır, sadece Gaziantep'te tekstil sektöründen binlerce kişi kısa bir süre içinde işsiz kalmıştır. Bu sayı her geçen gün katlanarak artacaktır.
AYNI GEMİDEMİYİZ
Evet AKP'liler yeni hatırlasa da, hepimiz aynı gemideyiz ve batıyoruz. İçinde bulunduğumuz geminin batması elbette ki sevinilecek bir durum değil ve sevinmiyoruz. Yapılması gereken, geminin neden batmaya başladığını doğru tespit edip, gerekli önlemleri almak, geminin batma nedeni Kaptan'ın bu işi bilmemesi, ancak Kaptan işi bilmediğini kabul etmediği gibi, bunu söyleyenleri de cezalandıracağını söylüyor. Gemi batarsa hayatta kalamayacağımıza göre, gemiyi kurtarmak için Kaptan'ı değiştireceğiz bu arada dayak yesekte ...