Eski Bakanlardan Önay Alpago katıldığı bir programda ‘laiklik’ vurgulu konuşmasında kadın haklarının ancak laik bir toplumda hayat bulacağını anlattı.
Ekranda Atatürk’ün etrafındaki kadın siyasetçilerle yürüdüğü fotoğraf, ardından 1935’te Türkiye’nin dört bir yanından ilk kez Meclis’e giren 17 kadın mebusun fotoğrafları…
Avrupa ülkelerinden önce seçme ve seçilme hakkı verilmiş, muhtar, belediye başkanı ve milletvekili olmuş Türk kadınları…
Bugün Atatürk’ü anmaktan yoksun, devrimlerini eleştirme ayıbından kendini alamayan cumhuriyet ve devrimleri için ‘reklam arası’ diyen; haremlerden, parmaklıklardan çıkıp Atatürk ve devrimleri sayesinde o koltuklarda oturabildiklerini unutan ‘kadınları’ utandıran görüntülerdi…
Utanma haysiyetleri varsa tabii…
Sayın Alpago siyasette yüzde ile tabir edilen kadın kotasının ‘neden kadınlara, erkeklere de var mı bir kota’ diyerek sorgularken çok başarılı kadın siyasetçilerden, yerel yöneticilerden bahsetti.
TBMM’deki sayının artması için kota değil eşitliğe ihtiyaç vardı çünkü… Listeler hazırlanırken bir erkek bir kadın yazılırsa işte o zaman kotalar ile rakamlara hapsedilen kadınların önü açılacaktı…
İzmir’in Urla ilçesinin ‘seçilmiş’ olarak önceki dönem başkanı Sibel Uyar’ın toplu iş sözleşmesine eklettiği aile içi şiddet uygulayan çalışanın maaşının eşine ödeneceği maddesini de hatırlatarak, kadının elinin değdiği belediyelerin farkını anlatmaya çalıştı.
Başkanlığı döneminde 8 Mart öncesi kadın başkan olarak söyleşi yaptığım Sibel başkanın sıcaklığı geldi o an aklıma. Hani hiç ‘soğuk’ başkan görmemişim gibi…
Bir reklam filmi dönüyor şu sıralar Dardanel markasının. Eril dilin normalleşmesine atıfla ‘Adamlar yapmış’ diyor övgüyle oyuncu, fabrikaya dönüyor kameralar ve çoğunluğu kadın olan çalışanlar ‘kadınlar yapmış’ diyor…
Kadınlar yapıyor, kadınlar yapmış ve yapacaklar…
Hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Özgürlük dilenmeden, kota dilenmeden, şiddet korkusu yaşamadan, öldürülme korkusu yaşamadan, liyakatlarına gölge edilmeden, çocuk gelin olmadan başaracaklar hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Medyadaki eril ve cinsiyetçi dil sorunumuzu da çözersek; görücüye çıkmadan, mini eteklerimizle, şortlarımızla, dolmuşta geç saatte bulunarak, elimizin hamuruyla, kadın başına yapacak.
İktidar partisinin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayının kent hakkında hiçbir söz etmeden, orada yaşayanlardan, kentle ilgili hayalleri ile ilgili bir cümle kurmadan kurduğu cümle ‘İzmir mahallenin en güzel kızı, kim istemez ki’ olmuştu hatırlayalım…
Bir erkek olarak, hem de bakanlık yapmış, varlıklı olduğu bilinen bir isim olarak mahallenin en güzel kızını hak ediyordu. İktidarın arzu nesnesi haline gelen kentti bir kadına benzetilen İzmir, hiç sıkılmadan, çekinmeden, kadın cinayetlerinin kendi iktidarları döneminde çokça artmasına hiç aldırmadan bu arzu böyle dile getirilebiliyordu bir siyasetçi tarafından…
Siyaset toplumun dilini besleyen en güçlü kanaldır. Siyasetin dili toplumun dilini şekillendirir ve bu dil medya ile yayılır.
Ve sonuçta ‘dil’ ile beslenen kadına şiddet hiç durmadan devam eder…
***
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal
O benim kollarım, bacaklarım, başım,
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim
Hayat arkadaşımdır.. N.Hikmet