İzmir'de hala yazdan kalma günleri yaşıyoruz. Hava günlük güneşlik… Ne kardan, ne dondurucu soğuklardan, ne de Sur'dan, Suriye'den haberdarız. Oysa Anadolu'da özellikle de doğuda termometre dibe vurmuş. Kar-kıyamet... Ve bu dondurucu soğuklarla birlikte cehennem sıcaklığında hem içeri de, hem dışarı da savaş var...
İzmir ve batı suskun... Olup bitenler, yaşanılanlar az da olsa duyulmuyor değil... Yeniden faili meçhul cinayetler, siyasi soykırım operasyonları, tanklarla ordularla kuşatılmış kasabalar, mahalleler, sokağa çıkma yasakları. Yüzbinler evini, yuvasını bırakıp can telaşıyla yollara düşmüş...
Evet, çok ciddi bir sansür ve haberleri çarpıtma, algı yaratma gayreti var. İnkarcı politikaların, halklar arasında düşmanlıkları körükleyen şovenist propagandaların ciddi, hissedilir etkileri var. Siyasi iktidarın muhalif kesimler, inadına barış, inadına kardeşlik diyenlerin üzerinde cunta dönemlerini aratamayan terörü ve bu terörün yarattığı korku-endişe dalgası var. Dahası örgütlü bir avuç gerici egemenin örgütsüz milyonları istediği gibi yönetme gerçeği, yani örgütsüzlük var...
Erdoğan ve AKP, sınırın öte tarafı için yapılan yanlışlardan ders almak yerine, fiili olarak yaşanan geri adımları, ardı arkası hesap edilmemiş yeni hamlelerle telafi edilmeye çalışılıyor... Rus askeri jetinin düşürülmesi Türkiye'nin Suriye'ye aktif müdahil olmasına fiilen son verdi. Alelacele bir kararla Musul'a asker sevk edildi. Sonuç yine hüsran... Başika'ya gönderilen askeri birlikler için önce Irak merkezi hükümetinin bilgisi dahilinde, peşmergeyi eğitmek için oradayız denildi. Irak hükümeti Türkiye'ye nota verdi. (Irak hükümeti ki, kendi topraklarında ne kadar hükümran olduğu tartışılır.) Heyet gönderdik sorun görüşüldü, mutabakat sağlandı denildi. Irak bu açıklamayı da yalanladı... Bu defa en yetkili kişinin ağzından kendi sınır güvenliğimiz için gerekli, çekilmeyeceğiz, '' Irak, ülkemize yapılacak herhangi bir terör saldırısına karşı tedbir alamıyorsa biz alırız'' açıklamalarını dinledik. Söyleyeni de bağlayıcı nitelikteki bu açıklamanın aynı zamanda, fiilen savaş ilanı olduğunu düşünürken, okyanus ötesinden gelen bir telefonla askerler geri çekildi...
Siyasal İslamcı anlayışın Ortadoğu'da egemen olma hırsı, Osmanlı'yı yeniden inşa etme hayali ve bu hayallerin günümüz dünyasında reel bir karşılığının olmadığı da biliniyor... Obama'nın bir telefonuyla Musul'a gönderdikleri askerleri geri çekenler de, umarız yaşayarak da olsa bu savaşın bir felaket olduğunu, komşu halklara ve halkımıza kan ve gözyaşı, kendilerine de bir ganimet bırakmayacağını nihayet öğrenmişlerdir.
Türkiye, dış politikada AKP'nin bu yanlış adımları neticesinde itibarını bitirdi ve yalnızlaştı. Bir gün savunduklarını ertesi gün terk etmek durumunda kaldı. Attıkları her adım, önceki yanlışı kapamak için yaptıkları her hamle işleri daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale dönüştürdü. Komşularla sıfır sorun diyenler, sıfır diyalog noktasına geldiler.
AKP'nin halkın deyimiyle tükürdüğünü yalama olarak ifade edilebilecek son hamlesi İsrail'i dost ilan etmesi olmuştur.
Yahudi düşmanlığından ''One minut''e, ardından geri dönüşü kapayan pek çok açıklamaya, derken bir sabah İsrail'i dost ilan etmeye... Dışarıdan görünen bu...
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, kameralar karşısına geçip ''Kuşkusuz, İsrail devleti ve İsrail halkı Türkiye’nin dostudur'' dedi.
Dış politikada sonsuz dostluklar da, düşmanlıklar da yoktur... Ayrıca, hiç kimse ortada makul ve ülke çıkarları açısından yaşamsal önemde bir problem olmadıkça, ülkesinin başka ülkelerle düşmanca ilişkiler içerisinde bulunmasını da arzulamaz. Ancak, düşman ilan edilmişken birden bire dost sayılması da izaha muhtaçtır. O nedenle kimileri İsrail-Türkiye ilişkilerindeki bu değişimin adını U dönüşü olarak koydu...
Aynı kanaatte değilim... İç politikada servis edilen, özellikle de halkın hassasiyet gösterdiği kimi konular gerçek dışı ve yanıltıcıdır. Bunu ben değil, arşivler söylüyor. Bakın, siyasi İslamcılar ''Filistin'' der dururken, İsrail Başbakanı ortaya çıktı ve henüz Rus uçağı düşürülmemişken dedi ki; ''Türkiye ile ilişkilerimiz şaşılacak derecede güçlü''...
İç politika ile dış politika yakın tarihte hiçbir dönem bu kadar iç içe hal almamıştı. Dışarıda izlenen siyaset aynı anda içeride, iç siyaset ise dışarıda karşılık buluyor.
Daha 5-6 ay öncesine kadar ''Çözüm süreci'' deniyordu. Çatışmalar son bulacak, anaların göz yaşları dinecek, barış, güven ve refah içerisinde bir yaşam örgütlenecekti...
Bir anda bütün bunların üzeri çizildi ve çatışmalar öncekilerden de şiddetli bir şekilde başlatıldı. Dışarıdaki kayıp, içerisini yangın yerine çevirerek kapatılamaz. Bu Türkiye'yi içeriden parçalamaktır. İnkar, imha ve siyasi soykırım siyaseti çıkmaz sokaktır. Bu yanlışta ısrardan yarınlara kalacak olan miras ise halklar arasında bölünmüşlük, düşmanlık ve cehennem acısı savaş anıları olacaktır...
İzmir, Eskişehir, Bursa, Kocaeli, Trabzon, Antalya, Tekirdağ, ve diğerleri, ve de kavganın kenti İstanbul, bu gidiş hiç de hayra alamet değil. Yaşanan acılar yöneticilerin vicdanlarına havale edilecek boyutları çoktan aştı. Duyalım artık Kürt illerimizden yükselen feryadı! Duyalım ki geleceğimiz kararmasın...
Cizre'de dört aylık bebek, sokak ortasında keskin nişancıların kurşunlarıyla vurularak can veriyor...Ölen sadece Miray bebek midir?.. Miray bebek gibi masum sivillerin öldürülmesiyle, birlikte bir arada yaşama umudumuz ölüyor. Ölümlerle, acılarla halklar arasında ileride telafisi mümkün olmayacak derin uçurumlar yaratılıyor...
Hendek bahanedir... AKP iktidarı dış politikada tökezledikçe çareyi içerideki çatışmayı tırmandırmakta aramakta, Kürt sorununu yok etme politikalarıyla, ölüm operasyonlarıyla ''çözmeyi'' tercih etmektedir... Katliam operasyonlarıyla aynı anda yalan makineleri son hız çalıştırılmaktadır. Olaylar ters yüz edilerek halka duyurulmaktadır. Her cinayetin, her vahşetin ardından, önceden hazır yalan klişeler devreye sokulmaktadır. Ya teröristler vurmuştur, ya da iki ateş arasında kalmıştır...
AKP'ye muhalif kimi kesimler de, katliam operasyonlarına açık destek vermektedirler... Maalesef kimileri için sorun Kürt sorunu olunca, demokrat kimliklerini hemen bir yana bırakmada sakınca görmüyorlar...
Bir halkın tüm dünyanın gözleri önünde yok edilmek istenmesi kabul edilemez....