Kriz dönemleri can sıkıcı olsa da öğreticidir. “Bir musubet bin nasihatten evladır” sözü bunu anlatır. Politikanın, diplomasinin üzerini örten şal kalkar, cilalı-boyalı, süslü ve tumturaklı sözcükler hazan yaprakları misali savrulurlar. Geriye; somut, gözle görülür, anlamak istemeyenlerin bile mecburen kabulleneceği gerçekler kalır.
Emperyalizmin ideolojik kurumlarınca üretilen “Yıkılan sosyalizmle beraber artık emperyalizm dönemi kapanmıştır. Artık dünyada küreselleşme var” v.b teorilerin yalan-dolan olduğu, bu krizle birlikte net biçimde açığa çıkmıştır. Umarım, söz konusu teorilerin gönüllü savunucuları bu gerçeği görürler…
Siyasal İslamcıların krizi nasıl değerlendirdiklerini sormaya bile gerek yok. Onların yanıtları, her derde deva “aspirinleri” hazır: Dış güçler, Yahudi lobisi, faiz lobisi… Bu reçete de, “Bayramda kredi kartı ile kurban kesmek helal midir?” v.b soruları tartışır hale getirirken halkımızı iknaya yetmezse; “takdir-i ilahi!” Dinden, imandan söz edince, ortada ne soru kalıyor, ne de sorun… “Onların doları varsa bizim de Allah’ımız var!” sözüne kim ne diyebilir?
Gazeteler Türkiye’de doların hızla yükselmesinin nedenini Trump şeklinde verip, gerçekleri gizliyorlar. Sanki ABD Başkanı bir başkası olsa, ortalık süt-liman olacakmış… ABD’de seçimler yaklaşıyormuş… Trump’ın Türkiye’de tutuklu bulunan rahibin üyesi olduğu cemaatin desteğine, şiddete ihtiyacı varmış vs. vs. Özetle; TL’nin hızla değer kaybının nedeni; İzmir’de halen ev hapsinde tutulan Amerikalı rahip Brunson’muş!
Olaylara neden-sonuç ilişkisiyle bakmak yerine, meselenin özü anlaşılmasın diye, en işe yaramaz, en tali olan birinci sıraya taşınıyor… Bunun en bariz ve bir o kadar da komik örneği; 1. Dünya Savaşı’nın nedeninin “Bir Sırp gencinin Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi Franz Ferdinand’ı öldürmesi” şeklinde gösterilmesidir.
Bugün yaşanan krizin iç ve dış nedenleri var. Birinci neden; emperyalist sitem yapısal olarak kriz üretmektedir. Bunu çeşitli yol ve yöntemlerle belli süreliğine ötelese de, krizden kaçma şansı yoktur. Ama krizin emperyalizmden kaynaklandığını, özellikle de ABD emperyalizminin derin bir krize sürüklendiğini dile getirmiyor. ABD, “Ticaret savaşları” adı altında, zamanında kendisinin oluşturduğu kuralları da çiğneyerek kudurmuşçasına saldırmakta, dayatmalarda bulunmaktadır. Dayatmalarına itaat etmeyenlere yaptırımlar uygulama yoluna gitmektedir. Ve böylece krizini başka ülkelere ihraç etmeye çalışmaktadır.
Ülkemizdeki hale bakacak olursak; AKP iktidarı döneminde Türkiye ekonomisi kötü yönetildi. Dış borçla her şey tozpembe gösterildi. Türkiye’nin dış borç yükü tarihinin en yüksek düzeyine ulaştı. Dış borcun yükselmesi, aynı zamanda dışa bağımlılığın artması demektir. Yerli-milli denerek, ne kadar yerli ve milli üretim yapan fabrika, işletme varsa hepsini sattılar. Ne bu satışlardan elde edilen paralar, ne de dışarıdan alınan krediler verimli kullanılmadı. Yerli ve yabancı tekellerin istekleri doğrultusunda harcandı. “Bu kadar dış borç altına girmeyin”, “Bari aldığınız kredileri verimli yatırımlarda değerlendirin” diyenleri dinlemediler. Üretimi hedeflemeyen yatırımlarla savurganlık hakim politika oldu.
Perşembe pişmanlıktı… Ve perşembenin gelişi çarşambadan değil, aylar öncesinden belliydi. Ekonomi hızla çöküntüye giderken Erdoğan ve ortağı koltuk derdine düştüler. Bu ise savurganlığın başka bir kalemidir. Gelişmeleri seyrettiler. Seyretmekle de kalmayıp bol keseden seçim harcaması yaptılar. halkın oyunu alabilmek için popülist politikalara sarıldılar. İktisadın gerçeğini değil, koltuğu bırakmamanın gerçeğini yaptılar.
Buna ek olarak, içeride tam bir tüketim toplumu yaratıldı… Çünkü en çok tartışılan konulardan cari açık, sadece dış borç faizlerinden oluşmuyor. Faizden arındırılmış halde dahil bütçe açık vermektedir.
Artı; AKP savaş ekonomisi uygulamaktadır. Dış politikada izlenen yanlış siyasetin bedeli Türkiye ekonomisine ek yükler getirdi. Zaten sorunlu olan ekonomi bu yükü kaldıramazdı, kaldıramıyor.
Böylece Türkiye ekonomisinde hovardalık ve gece alemlerinin sonuna gelindi.
Dışarıda başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da yaşanan bölgesel çatışma, gerginliklerde ABD ile ters düşünmesi; bir süre karşılıklı sitemlerle idare edildi. Ancak bu hal sonsuza kadar sürüp gidemezdi. İran’a ikinci kez ambargo konulmasını ABD gündemine alınca, ipler iyice gerildi ve bir yol ayrımına gelindi.
Yanlış olan ve kaybettiren ne kurdur ne de konjonktürdür; sistemdir, yapılan tercihlerdir, izlenen politikalardır.