O bir Alman erkek kurt köpeğiydi. Ruhu da rengi gibi beyazdı. Irkçıydı. Koyu tenli insanlara düşmandı, gördüğünde saldırır öldürmeden de bırakmazdı.
Fransız yazar Romain Gary’in aynı adlı romanın uyarlaması olan Beyaz Köpek (1982) White Dog, sahibi tarafından zencilere saldırmak üzere yetiştirilen bir Alman Kurt köpeğinin Hollywood’da oyunculuk yapan Julie’nin (Kristy MicNichol) gece arabası ile ona çarpmasından sonra yaşadıklarını anlatır. Filmin yönetmeni sinemada oyunculuktan yapımcılığa kadar her alanda çalışan Samuel Fuller’dir.
Köpeği tedavi ettirdikten sonra sahibini bulamadığı için onu evine alan Julie’ye gece eve gizlice girip tecavüz etmek isteyen, polisin de tecavüzden aradığı birini köpeğin elinden eve gelen polisler kurtarır. Köpek bir film çekimleri sırasında Julie’nin rol arkadaşı zenci bir kadını hastahanelik eder. Köpek sıradan bir köpek değildir. Julie’nin erkek arkadaşı köpeğin saldırı köpeği olarak yetiştirildiğini çok tehlikeli olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini söylese de genç kadın onu dinlemez. Köpek ve o da birbirlerine bağlanmıştır. Özellikleri gereği bağlandıkları kişiyi asla bırakmayan sadık köpeklerdir Alman kurt köpekleri. Ancak onlar zeki, güçlü, zor koşullara dayanıklı oluşu nedeniyle dünyanın birçok ülkesinde eğitilerek ordu ve polisin bir parçası olmuştur.
Kaybolduğunda kadın onu hayvan barınağında arar. Orası aslında geçici bir barınaktır. Kaybolan veya sahipsiz köpekler toplandıktan sonra buraya getiriliyor ve üç gün içinde sahibi çıkmaz, birileri sahiplenmez ise öldürülmektedir. Köpek tüyleri kan içinde eve döner. Julie köpeğin geçmişte kötü şeyler yapması için öğrendiklerini unutturması için, vahşi hayvanları eğiterek film çekimlerine hayvan sağlayan Nuh’un Gemisi adındaki yere götürür. Ancak ona bir saldırı köpeğinin eğitilmeyeceğini söylerler. O ise saldırı köpeğinden daha fazlasıdır. “Beyaz Köpek”tir. Sadece zencileri öldürmek üzere eğitilmiştir.
İlk çağlarda savaşlar sonrasında yenilen tarafın insanları yenenler tarafından köle yapılırdı. Sahipler köleler üzerinde mutlak hakimiyete sahipti. Tarih boyunca güçlünün güçsüzler üzerindeki bu insanlık dışı hakimiyeti, sömürgeciliğin artması ile birlikte Afrika’dan gemilerle kaçırılarak köle yapılan zencilerle sürdü. İnsan ticareti önemli bir gelir kaynağıydı. Üstelik bu Avrupa’da “insanlık kavramının” tartışıldığı on altı ve on yedinci yüzyıllarda artarak gerçekleşiyordu. Kaçan zenci köleleri yakalamak için köpekler eğitiliyordu. Sahipleri gibi ırkçı ve katil. Eğitimin kendisi de vahşiceydi. Çünkü yavru köpekler zenciler tarafından dövülerek, eziyet edilerek kendilerine düşman hale getiriliyordu. Siyah ve koyu renkli olanlar kendi katillerini yaratıyordu.
Kölelik ve ırkçılık yasaklansa da beyaz insanın kendini diğer insanlardan üstün görme hastalığı devam ediyor. İşte Beyaz Köpek filmi insanlardan hayvanlara geçen bu ölümcül hastalığı anlatıyor. Peki bu tedavi edilecek bir hastalık mıdır? Filmin ikinci yarısında melez bir hayvan eğiticisi olan Mr.Keys’in (Paul Winfield) köpeğin içindeki ırkçılığı yok etme çabalarını izleriz. Mr.Keys bunu başarabilecek mi?
Köpeği eğiten ve sahibi olan adam iki küçük kız torunu ile birlikte Julie’ye köpeğine baktığı için teşekkür eder ve elinde bir kutu çikolatayı ona uzatır. Genç kadın çikolatayı fırlatır atar. Sanırım ırkçı beyinlerin bize uzattıkları çikolataları yedikçe “Beyaz Köpek”ler hep olacaktır.