Yetmişli yılların başında herkesin evinde televizyon yoktu. Köylerde televizyon olanların evinde toplanılır özellikle Yeşilçam filmleri izlenirdi. Sinema görmeyenler için bu tarifsiz bir mutluluktu. Kendimizi kahramanların yerine koyar onlarla mutlu olur onlarla üzülürdük. Kötülere kızardık. Hiç eksik olmazdı. Kötüler hep olurdu.
5 Şubat 2021 günü doksan bir yaşında hayatını kaybeden Kanada doğumlu aktör Christopher Plummer’in başrol oyuncusu olduğu The Sound of Music (1965) filmini onun anısına izleyince, Nejat Saydam’ın yönettiği, Ediz Hun ile Hülya Koçyiğit’in oynadığı Sen Bir Meleksin (1969) filmini hatırladım.
Oturacak yeri bile zor bulduğumuz Sıtkı Amcanın evinde izlediğimiz filmlerdendi. Hayatımızın en güzel günlerini yaşamıştık o zamanlar. Günümüzde ailelerin ve gençlerinin en büyük sorunu ergenlik dönemini farkına varmadan atlatmıştık.
Sen Bir Meleksin, The Sound of Music’in (Neşeli Günler) yerli uyarlamasıdır. O yıllarda yabancı filmlerin Yeşilçam uyarlaması çokça yapılırdı. Bu yazının konusu ise ABD’li yönetmen Robert Wise’nin yönettiği The Sound o Music, aynı isimli 1959 yılında Broadway’de oynanan ve tüm zamanların en iyisi olarak tanımlanan müzikalın film uyarlamasıdır. Maria Von Trapp’in otobiyografik kitabından esinlenmiştir. Film, Amerikan Film Enstitüsü tarafından tüm zamanların en iyi kırkıncı filmi olarak seçilmiştir. Çok bilinen Batı Yakasının Hikayesi (1961) müzikal filmini de yöneten Robert Wise 2005 yılında 91 yaşında hayatını kaybetti.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanların Avusturya’yı işgal etmesinden önce Salzburg’da bir manastırda rahibe olmak için eğitim gören Maria (Julie Andrews) manastırdan çıkıp dağlarda şarkı söylediği ve manastır kurallarına uymadığından Başrahibe ve diğer rahibeler Maria’yi sevmelerine rağmen onun rahibe olmak için uygun biri olmadığına karar verir. Mürebbiye olarak donanmadan emekli olan Kaptan Von Trapp’in (Christopher Plummer) yedi çocuğuna bakması için onun malikanesine gönderirler. Çocukların anneleri ölmüştür. Kaptan katı kuralları olan biridir ve çocukları askeri disiplinle yetiştirmektedir. Önceki mürebbiyeler çocukların yaramazlıklarına dayanamayıp kaçarlar. Ancak Maria’nın kaçmaya niyeti yoktur. O başka nedenlerle evden kaçacaktır. Filmi izleyeceklere daha fazla ipucu vermemek için burada yazmayıp Viyanalı dul baronesi Eleanor Parker’in oynadığını yazmakla yetinelim.
Salzburg’un muhteşem güzelliklerini çocukların şarkıları eşliğinde izleriz. Her şey o kadar güzeldir ki sanki bu hiç bitmeyecekmiş gibi gelir. Doğa görüntüleri “cennet burası değilse neresidir?”der gibidir. Ancak çocuklarının sesine yakında gerçekleşecek Nazi işgalinin ayak sesleri karışır. Kaptan’ın evinde verdiği baloda salona kırmızı beyaz Avusturya bayrağı asılır. Avusturya’lı Naziler rahatsız olur. Biliyoruz ki Hitler ülkedeki Nazi partisini iktidara getirip Avusturya’yı Almanya’nın parçası haline getirmek istemektedir. Bunda başarılı olamayınca ülkeyi işgal eder. Yönetmen bunu kentin tüm binalarına asılı büyük Nazi bayrakları ile gösterir bize. Bayrak asılmayan tek ev Kaptan’ın evidir. Ona da Nazilerin lideri asmıştır. Kaptan evine geldiğinde bayrağı görüp indirir ve yırtar. Sinema tarihinde Nazilere gösterilen en büyük tepkidir belki de. Zaten Christopher Plummer’in rol gereği de olsa bu cesur davranışı onun hep hatırlanmasını sağlayacaktır. Christopher Plummer ve Maria’yı oynayan Julie Andrews’in oyunculuklar mükemmeldir.
Neşeli günler sona ermiştir. Sert kaptan gitmiş yerine müziği seven çocukları ile birlikte şarkılar söyleyen bir baba gelmiştir. O, ülkesine bağlılığını, sahip olduğu zenginliği ve hatta hayatını kaybetmeyi göze alarak gösterir. Nazilere hizmet etmeyi kabul etmez. Film yurt severlik üzerinedir. Ama yönetmen bunu izleyicinin gözüne batırmadan yapar. Öyleki izleyici sanki kendi ülkesi işgal edilmişçesine üzülür.
Neşeli günlerimiz uzun mutsuzluk cümlelerinin arasındaki virgüllerdir. Yetmişlerin başındaki bizim güzel günlerimiz de üç gencin idam sehpalarında can vermeleri ile bittiği gibi. Dünyanın her yerinde ülke sevgisi hep aynı. Kaptan’ın söylediği aşk şarkısının sözleri ile yazıyı bitirelim.
“Ey kar çiçeği
Büyü ve çiçek aç
Büyü ve çiçek aç sonsuza dek
Ülkemi kutsa sonsuza dek”