İlkbaharın gelmesiyle Kemalpaşa ovası insan sesleriyle dolardı. Terler toprağa düşer topraktan her türlü sebze meyve fışkırırdı. Ürünler yakın pazarlara götürülür veya kamyonlarla İzmir ve İstanbul hallerine gönderilirdi. Tüccarların kırpa kırpa gönderdikleri paralar sofralara aş, çocuklara defter, kitap, elbise olurdu. Şimdilerde olmayan tütün dikilirdi. Tütüncülük zordu ancak komşuluk ve iş birliğinin verdiği mutluluk bu zorluğa değerdi.
Yetmişlerin başında orta okul yıllarımda keşfettim Necati Cumalı’yı. Kitaplarında çoğunlukla Urla yöresinin insanlarının öykülerini anlatsa da bizim yaşadıklarımızdan farklı değildi anlatılanlar. 1960 yılında yazdığı Susuz Yaz, filmi de çekildiği için en çok bilinen öykülerindendir. Susuz Yaz, ilk olarak 1963 yılında Metin Erksan, 1974 yılında ise Yılmaz Duru tarafından filme çekildi. Ancak Susuz Yaz denince akla gelen Metin Erksan’ın filmidir ve 1964 yılında Berlin Film Festivalinde aldığı Altın Ayı ödülü ile Türk Sinemasının Uluslararası alandaki ilk başarısını elde etmiştir.
Osman (Erol Taş) küçük kardeşi Hasan (Ulvi Doğan) ve eşi Bahar (Hülya Koçyiğit), Urla’nın Bademler köyünde çiftçilik yaparak yaşamlarını sürdürmektedir. Osman’ın eşi ölmüştür. Tarlalarının çevresindeki cebelleri (sahipsiz tarıma elverişli olmayan toprak) temizleyerek kendi tarlalarını genişletirler. Arazilerinden çıkan kaynak suyunu komşuları ile ortaklaşa bahçelerinin sulaması için kullanmaktadırlar. Osman, komşularına suyun ancak kendi bahçelerine yettiğini, eğer artarsa onlarla paylaşacağını söyler. Köylüler suyu yıllardır kullandıklarını eğer susuz kalırlarsa bahçelerinin kuruyacağını söyleyerek bunu kabul etmez. Hasan da onlar gibi düşünse de ağasına karşı gelemez. Osman kendi arazisindeki havuzun dolması için kapağı kapatınca komşuları susuz kalır. Hasan gizlice havuzun kapağını açarak komşularına su verir ancak giden su diğer köylülere yeterli değildir. Zaten yazın su da iyice azalmıştır. Bahçelerindeki sebze ve meyveleri kuruyan köylüler muhtara sonra da mahkemeye başvur. Mahkeme havuzun kapağının açılmasına karar verirse de Osman’ın açtığı dava da mahkeme, “Su kimin tapulu arazisinden çıkıyor ise su onundur” kararını verince havuzun kapağı tekrar kapatılır. Köylüler Osman’ı ikna edemezler. Silahlı çatışmada Osman’ın tüfeğinden çıkan kurşun ile Veli adındaki köylü ölür. Osman kardeşine suçu üstlenirse hapiste ona bakacağını, tarlalarına ve eşi Bahar’a sahip çıkacağını söyler.
Kardeşinin mutlu evliliğini kıskanan, içten içe Bahar’ı arzulayan Osman, tapusuna sahip olduğu su kaynağının gücünü, zayıflığını kapatmak için kullanır. Osman bencil, kendisinden başkasını düşünmeyen kötü biridir. Sadece başkalarına kötülük yapmaz, küçük kardeşine ve onun karısına karşı da acımasızdır. Bir bakıma Kabil ve Habil öyküsü barındırır film.
Film evrensel bir konuyu işler. Doğal kaynak suları kime aittir? Kaynağın tapusuna sahip olana mı? Onu kullanan ve geçimi o suya bağlı olanlara mı? Susuz Yaz da olduğu gibi İtalyan yazar Ignazio Silone’de Fontamara romanı da bu soruya cevap arıyor? Roman, faşizmin yükselmeye başladığı otuzlu yıllarda bir İtalyan kasabası olan Fontamara’nın yoksul halkının büyük toprak sahipleri arasındaki su mücadelesini anlatır. Ülkemizde su kimin arazisinden çıkıyor ise kullanım önceliği ona aitti. Filmden birkaç yıl sonra çıkan yasa ile buna son verilir. Bu değişiklikte filmin etkisi olabilir mi?
Aşık Veysel’in hayatını anlattığı Karanlık Dünya (1953) filmiyle yönetmenliğe başlayan Metin Erksan, Türk Sinemasının en önemli yönetmenlerinden biridir. Yılanların Öcü (1961), Acı Hayat (1962), Sevmek Zamanı (1965), Kuyu (1968) daha adını yazmadığım çok sayıda filmi ile bir kuşağın hayatını şekillendirmiştir. Yönetmen, kentli insanların hayatlarını anlatsa da Yılanların Öcü, Susuz Yaz, Kuyu gibi unutulmayacak köy insanını anlatan filmleri de çekmiştir. Bu üç filmin ana teması mülkiyet (sahip olma) kavramıdır. Yılanların Öcü ve Susuz Yaz filmlerinde maddi şeyler, Kuyu filminde ise bir kadına “sahip olma” konusu ele alınır. Yönetmen, Susuz Yaz’da başrolü önce Ayhan Işık ve Türkan Şoray’a teklif eder. Ancak onlar köy filminde oynamak istemezler. Metin Erksan’da o güne kadar yardımcı rollerde oynayan Erol Taş, oyunculuk geçmişi olmayan Ulvi Doğan ve Hülya Koçyiğit’i başrolde oynatır. Türk Sinemasında “Yıldız Oyuncu” dönemi vardır ve sinema salonları sadece onların oynadığı filmleri göstermektedir. Yönetmen bu kuralı çiğneyerek büyük risk alır, ancak umulan olmaz film Uluslararası başarının yanında dönemin yıldız oyuncularının oynadığı filmlerden çok daha fazla gişe başarısı elde eder. Gerçekten de başrol ve yardımcı oyuncuları çok başarılıdır. Filmin müzikleri Manos Hatzidakis ve Ahmet Yamacı’ya ait. Tek bağlama ile çalınan ezgiler konuya ve ortamla uyumludur.
Metin Erksan, diğer filmlerinde olduğu gibi Susuz Yaz filminde de cinselliği ve erotizmi çokça kullanır. Bunu Osman’ın Bahar’a karşı sapkınlık derecesine vardırdırdığı “ilgisinde” görürüz. Bu erotizm çıplaklığa dayalı değil, söz, davranış ve bakışladır. Erol Taş kötü adama estetik bir boyut katar.
Susuz Yaz, Necati Cumalı’nın öyküsü olsa da yazar film için “bu benim öyküm değildir” der. Bu bir bakıma doğrudur. Yazarın öyküsü ile film paralel gitse de bazı farklılıklar vardır. Örneğin Cumalı’nın öyküsünde büyük kardeşin adı Hasan küçüğün Osman dır. Filmde ise tam tersidir. Öykü de Bahar hamiledir ve çocuk doğurur filmde ise çocuk yoktur. Filmin finali ile öykünün finalı benzerlik gösterse de farklıdır. Filmde suyun mülkiyet vurgusu daha ön plandadır. Yazar ve yönetmenin öyküleri farklılıklar olsa da insanların çaresizliği ve bıçak kemiğe dayandığında neler yapabileceği duygusu aynıdır. Filmde bir köylünün dediği gibi “Kimse kimsenin düşmanlığını üstüne çekmesin gayri.”
Yaz başında Necati Cumalı’nın kitaplarını özlediğimi fark ettim ve nerdeyse tamamını tekrar okudum. Ancak ne Urla, onun anlattığı Urla’ydı ne de Kemalpaşa ovası ilk gençlik yıllarımın insan sesleriyle dolu ovasıydı. Hepsi çok uzaklarda bir yerlerde kalmıştı. Üzüm bağlarında, tütün tarlalarında, kiraz dallarında yaşanan sevgiler, akıllı telefonların ekranlarına dokunan parmak uçlarında idi artık.