Yılanın içine giren Şeytan, Tanrı’nın yasakladığı meyveyi yemesi için Havva’yı kandırır. Havva yasak meyveyi yedikten sonra Adem’i de yemesi için zorlar. Tanrı, şeytanı dinleyip emirlerine karşı geldikleri için onları cennetten kovar. Kovmakla da kalmaz Adem’e hayatı boyunca geçimini topraktan sağlaması ve soyunun ölünce toprak olması, Havva’ya çocuklarını ağır sancılar çekerek doğurması, yılan soyuna ise sonsuza kadar sürünme cezası verir. O günden sonra Ademoğulları ile yılan soyu birbirine düşman olur.
Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü romanında anlattığı Kara Bayram’ın ailesinin yılanlarla düşmanlığı ise o kadar eski değil. Onların düşmanlığı babasının yılanların kralı Şahmaran’ı öldürmesiyle başlar. Roman yayınlandıktan sonra “müstehcen” olduğu gerekçesiyle büyük tepkiler alır. Günlük seri olarak yayınlayan Cumhuriyet Gazetesi ve yazar “müstehcen yayın” yapmakla suçlanır. Kovuşturma açılır, Fakir Baykurt öğretmenlikten atılır. Romanın oyunlaştırılarak Devlet Tiyatrolarında oynanması engellenir.
Oysa anlatılan Anadolu’da bir köyde yaşayan yoksul insanların hayatıdır. Romanda cinselliği çağrıştıran sözleri yazar bolca kullansa da bunlar gündelik yaşamda erkek dünyasında kullanılan sözlerdir. Müstehcenliği bahane edip rahatsız olanlar, toplumsal gerçekçi sanat akım ile sıradan insan hayatının sanatın içine girmesinden rahatsız olurlar. Metin Erksan, köydeki egemenler ve yılanlarla canı pahasına direnen bu sıradan insanların mücadelesini filme çeker. 1961 Anayasası’nın “özgürlükçü” ortamında bile sansürü aşmak kolay değildir. Askeri yönetimin başında olan Org.Cemal Gürsel’e özel gösterimle film izlettirilir. Paşa filmi beğenir. Ancak filmde oynayan oyuncular için yönetmene; “bütün tipler ense kulak yerinde, şişman. Bu kadar besili mi Türk köylüsü.” diye eleştirir. Buna rağmen sansürcüleri aşıp sinema salonlarında filmi izletmek çok zor olur. Resmi ve gayri resmi sansürcü kafalar filmin salonlara girmesine engel olmaya çalışsa da bu engellemeler filme ilgiyi daha da arttırır.
Toplumsal gerçekçi roman ve filmde Kara Bayram (Fikret Hakan), annesi Irazca (Aliye Rona), karısı Haçça (Nurhan Nur) ve üç çocuğuyla birlikte Karataş köyünde yaşamakta ve şehre göç eden beyden aldıkları tarladan ekmeklerini çıkarmaya çalışmaktadır. Kara Bayram’ın evinin önüne köy kurulu üyesi olan Haceli’nin (Erol Taş) ev yapmak için temel kazması ile her şey değişir. Muhtar (Ali Şen) Köy meydanı olan boş alanı şehirde yapılacak heykele para toplamak için Haceli’ye satar. Ancak Irazca ana evlerinin önüne başka bir ev yapılmasını kabul etmez. Bir gece gelini ve torunu ile temelleri doldurur. Kara Bayram ailesi, muhtar ve Haceli’den başka onlara düşman yılan soyu ile de savaşmak zorundadır. Bu mücadele sonucu çıkan kargada Haçça bebeğini düşürür.
Yılanların Öcü romanı ilk olarak 1961 yalında Metin Erksan tarafından siyah beyaz olarak filme çekilir. 1985 yalında ise Şerif Gören renkli olarak çeker. Başrollerde Kadır İnanır, Fatma Girik ve Serpil Çakmaklı oynar. Yılanların Öcü, Metin Erksan’ın mülkiyet üçlemesinin ilk filmidir. Diğerleri “Su kimindir?” konusunu işleyen Necati Cumalı’nın aynı isimli öyküsünden uyarlanan Susuz Yaz (1963) ve gazetelere de yansıyan gerçek bir olaydan esinlenerek senaryosunu da kendisinin yazdığı Kuyu (1968) filmleridir. Kuyu filminde bir erkeğin bir kadına sahip olma konusunu işler.
Yılanların Öcü filminde Irazca ana evinin önüne yapılacak eve canı pahasına karşı çıkar. Çünkü yeni ev hem önlerini kapatacak hem de yeni komşuları ve hayvanlarının gübre ve pislikler evlerinin önüne atılacaktır. Yaşama alanlarına müdahaledir ve büyük hakarettir. Böyle bir şey kabul edilemez. Oturup kalkmamıza, giyimimize hatta gülmemize bile karışılan günümüzden altmış yıl önce Irazca ananın bu duruşu ve aşağıdaki sözleri saygıya değerdir.
“Yılanlar yılanken sizin gibi alçakların hakaretine dayanamadı da siz insan olduğunuz halde bunca hakarete, bunca zulme, zillete nasıl dayanıyorsunuz.”