Neredeyse her gün bir kadın cinayetinin işlendiği, kadına yönelik şiddetin sistemli olarak arttığı Türkiye’de, son olarak üniversite öğrencisi Pınar Gültekin‘in eski erkek arkadaşı tarafından vahşice öldürülmesi kadınları ayağa kaldırdı. Kadın örgütleri İstanbul Sözleşmesi’nin ve ona dayanılarak çıkarılan 6284 Sayılı Kanun’un eksiksiz uygulanmasını isterken, iktidar sıralarından da Sözleşme’nin “Türk aile yapısına uymadığı” gerekçesiyle iptal edilmesi gerektiği yönünde sesler bir süredir yükseltiliyor.
Kadına yönelik şiddet, dünyada ve ülkemizde, kentli – köylü; eğitimli – eğitimsiz; zengin – yoksul; genç – yaşlı; ev kadını – çalışan kadın farkı olmaksızın kadınların büyük çoğunluğunun yaşadıkları ortak sorundur. Kadına yönelik şiddet bir insan hakları ihlalidir. Kadına yönelik şiddet, ister kamusal alanda ister özel yaşamda meydana gelsin, kadının fiziksel, ruhsal, sosyal, cinsel ve ekonomik açıdan zarar görmesine, acı çekmesine, onurunun zedelenmesine, kadının özgüvenini yitirmesine ve kadınlara karşı ayrımcılığın sürmesine yol açan bir eylemdir. Kadına yönelik şiddet olaylarına işyerinde, sokakta, okulda, gözaltında, savaşlarda rastlanmaktadır. Ancak, kadınlar en korunduğu yer diye düşünülen “aile içinde” kendi evinde sevgi, saygı beklediği insanlar tarafından daha yaygın bir şekilde şiddete uğramaktadır. Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet sorunu çözümlenmedikçe, kadın erkek eşitliğinin sağlanması, kadınlar açısından süregelen özel ve kamusal alanlar arasındaki uçurumun kapatılması mümkün olamayacaktır. Kadınların karar verici konumlarda yeterli sayıda temsil edilememeleri, mağdurun korunması ve şiddetin önlenmesi için kalıcı çözümlerin getirilmesini engellemektedir. Günümüzde, kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet toplumsal sorun olarak ele alınmakta, koruyucu ve önleyici yasalar çıkarılmakta, uluslararası sözleşmeler yapılmaktadır.
Sözleşme yaş,din, ırk, cinsel yönelim fark etmeden tüm kadınları ve kız çocuklarını kapsamaktadır. Ayrıca ,erkekler ve yaşlılar da şiddet mağduru olarak sözleşme kapsamındadır.
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın hem bir sonucu ve hem de sebebi olarak tanımlanmasını sağlamış; şiddetin ortaya çıkmadan önlenmesi, mağdurların korunması, faillerin cezalandırılması ve konu hakkında gerekli politikaların üretilmesi yöntemini benimsemiştir.
Kadına karşı şiddet: Kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak ve bu terim, ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler, söz konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır.
Aile içi şiddet: Eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgahı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır.
Toplumsal cinsiyet: Herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler olarak anlaşılacaktır.
Kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet: Bir kadına karşı, kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet olarak anlaşılacaktır.
Türkiye de kadın sığınaklarının mevcut yatak kapasitesi 3,482 .İstanbul Sözleşmesi’ne göre olması gereken 8.315’dir.
İstanbul Sözleşmesi 4/1. maddesindeki, "Devletler cinsel yönelimi yasal güvence altına alır" hükmü ile LGBTİ'nin kurumlaşmasını ve yasal güvenceye alınmasını sağlamıştır. Daha açık bir ifadeyle Sözleşmeyle erkek ve kadın cinsleri haricinde 3. ve 4. cinslerin de dünyada var olmasının yasal zemini oluşturulmaya çalışılmıştır. Sözleşmenin Temel Haklar, Eşitlik ve Ayırım Gözetmeme başlıklı 4. maddesinin 3 no'lu kararında, sözleşme hükümlerinin mağdur olarak kabul edilenlere herhangi bir ayırım yapılmaksızın uygulanması istenmiştir. Bu bağlamda "cinsel yönelim" temel bir "hak" olarak görülmüş ve kişinin bu hakkı gerçekleştirememesi bir "mağduriyet" sebebi olarak kabul edilmiştir.
Neşet Ertaş dediği gibi Kadınlar insandır, biz insanoğlu.
Kadını yok sayan, kadına boyun eğdirmeye çalışan, konuşmasına bile tahammül edemeyen zihniyeti bozuk insanların İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkmaları normaldir…