Bu kez kirlenmiş siyasetten, yorucu gündemden, pandemi belasından bahsetmeyeceğim.
Bizzat yaşadığım bir kök hücre bağışçısı olma yolundaki deneyimlerimi paylaşacağım.
Haziran ayının ilk haftasında Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesi’nden aranıp “2012’de gönüllü olmuşsunuz, kanınızla yüzde 80 uyuşan bir hastamız var” kelimelerinin beni ne kadar onurlandırdığını ve duygulandırdığını anlatamam.
Süreç 2012’de İzmirli minik Melis için onunla birlikte koşturduğum hastanelerde, sosyal medyada onun için bir gazeteci olarak yürüttüğüm kampanyalarda, her gün haber yapalım ki gönüllü donör sayısı artsın belki içimizden biri Melis’e şifa olur diye koşturduğum günlere uzanıyor… 9 yıl önceye…
Melis için o kadar büyük kampanyalar yapıldı ki, sosyal medya, görsel ve yazılı medya kilitlendi. Kök hücre bağışçısı olmak için kuyruklar oluşmuştu. Çok şükür, bin şükür Melis Akbaş için sonunda ABD’den donör bulundu ve nakil gerçekleşti.
Melis o zamanlar 7 yaşındaydı. Annesi Sevil Akbaş hala sosyal medyada arkadaşım. Zaman zaman görüyorum Melis’in fotoğraflarını şimdi kocaman kız oldu.
O dönemde hatırlayamadığım bir anda ben de bir tüp kan vererek o hayat kurtarma yarışına tabi ki dahil olmuşum. Geçtiğimiz günlerde Ankara Üniversitesi Gönüllü Kök Hücre Bağış Merkezi’nden (Akraba Dışı Doku Bankası) arandığımda hatırladım süreci.
Bu o kadar özel bir durum ki, hasta çocuk mu diye sorabildim sadece, genç bir lösemi hastası cevabında gözyaşlarımı tutamadım…
Hiç tanımadığım bir insan için şu anda ne kadar önemli olduğumu o an anladım. O hasta, o aile için büyük bir mücizeyim şu anda…
Şimdi gelelim bu kadar özel ve önemli bir durumda bile insana “ahh Türkiyem!” dedirten duruma.
Onca haber yaptım bağışçı olunmasıyla ilgili onlarca makale okudum, haberlerimde yer verdim ama birazdan anlatacağım kısım ile ilgili tek bir bilgi sahibi değildim.
Gelen telefonda bana yapmam gerekenler anlatıldı. DNA çalışılıp kanın tam uygunluğuna bakılması için aile hekiminizden mor kapaklı tüplere iki tüp kan verip, onları bize kargo ile ulaştırmanız gerekiyor denildi.
Evet basitti.. Hemen çıktım yola aile hekimime baya bir sıra bekledikten sonra ulaştım. Hekim izinli başka hekim bakıyor, durumu anlattım, gözlerini dikmiş şekilde hiç böyle bir durumla karşılaşmadım dinliyorum sizi dedi.
Hemen orada Ankara’dan gelen telefonu aradım çıkan kişiyle aile hekimimin yerine bakan hekim görüştü. Soğuk zincir gerekmiyor mu diye sordu, telefondaki kişi tıbbi terimlerle hangi testlerin yapılacağını açıkladı ve kan 2-3 güne kadar normal koşullarda gelebilir dedi. Aile hekimi beni kan alma bölümüne yönlendirdi, kayıt da yapmadı. Uygun tüplere iki tüp kan verdim, tüpler elime verildi.
Kargoya götüreceğim ama kırılmaması için neye saracağım diye sağlık ocağında etrafıma bakınırken pamuk ve hemşirelerin kullandığı beyaz ameliyat eldivenini gözüme kestirdim. Parmak kalınlığındaki tüpleri pamuğa sarıp eldivenin parmaklarına yerleştirdim, güzelce sardım tüpleri plastik eldiven ile. Hemşire de sağolsun yardım etti, tüplerin düşmeyle çarpmayla kırılmayacağı bilgisini verdi.
Çantama attım kan tüplerinin olduğu paketimi kargoya gittim, durumu anlattım, sıvı taşıyamayız dediler. Benim Ankara’ya gitme şansım yok insiyatif kullanmanız gerekiyor, bunun vicdan azabını hem kendinize en çok da bana yükleyemezsiniz dedim. Neyse ki o aşamayı da geçtim ve kargodaki görevli de kendince korumaya almak için bir kutunun bir bölümü ile tüp paketini sardı, kırılır etiketleriyle korumayı artırdı.
Evet nihayet sağlıklı bir şekilde gitmeye hazırdı kanım. Ödemeyi yaptım, karşı tarafa da SMS bildirimi istedim.
Ertesi gün kargo gitmişti. 1 ay içinde haber verilmezse 60 yaşıma kadar donör olarak kayıtlarda kalacağım mesajı geldi. Umarım haber gelir diyerek süreci şimdilik tamamladım.
Buraya kadar okuduysanız sizce de bir anormallik yok mu?
Sürecin içinde o telaşla ben bile ‘neden?’ diye sorgulamadım. Ama ailemle ve yakın dostlarımla süreci paylaşırken herkesin yorumsuz dinlediğini farkettim. Evet yorumsuzdu gerçekten, tam Aziz Nesin’lik bir süreç…
Ülke çapında değil tüm dünyada uygun donörün arandığı hasta ve hasta yakınları için hayati öneme sahip, büyük bir heyecanla karşılanan uygun donör bendim, bulundum, şükür ki sağlıklıyım, yönergelere uygun şekilde koşturabiliyorum.
Ama kimsenin kimseden haberi olmadığı, sağlık kuruluşlarının bile ‘ilk defa’ karşılaştıkları, kan örneğinin kendi imkanlarımla kargolandığı bu süreç gerçekten insanı düşündürüyor.
Empati yaparsak benim de hiç tanımadığım o hastayı ve aileyi anlayabiliriz belki.
Yanlış anlaşılmak istemem…
Bu işin vicdani kısmı, birisini hayata tutundurma umudu, bunun bile benim için büyük bir şans olduğu gerçeği her şeyin üzerinde. Bunlara takılmadan azimle görevimi tamamlamam da bu hassasiyetimi anlamışsınızdır zaten. Sorgulamak yanlış giden bir şey varsa bunu düzeltmek için.
Toplumsal farkındalık için 10 yıl önce minik Melis için, sonrasında o zaman 3 yaşında olan oğluna yazdığı mektupla hepimizin yüreğini parçalayan genç anne Gamze Akbaş için ve daha niceleri için günlerce koşturmuş, haberler yapmış bir gazeteci olarak gerçekten hasta yakınlarının yerine kendimi koyup empati yaparak bu süreçleri tamamlıyorum…
Yanıt beklediğim sorum şu:
Sağlık Bakanlığının ve İzmir’deki sağlık kuruluşlarının bu iş için kenetlenmesi, benim bulunduğum yerden iki tüp kanımın alınarak gerekli koşullarda Ankara’ya ulaştırılması değil midir normal olan?
***
Ve bugün BABALAR GÜNÜ… Mide kanseri teşhisi konduktan 2 ay sonra 2018 Eylülünde 64 yaşında kaybettiğim canım BABAM, çocuklarımın melek dedesi kutlu olsun günün, Seni çok seviyoruz. Ve evimizin babası, canımız, biriciğimiz, babalık mertebesinde gönüllere taht kuran Baba Yücel başta olmak üzere babalık duygusunu ve sorumluluğunu taşıyan tüm babaların çocuklarıyla geçirecekleri nice sağlıklı günleri olsun…