Yazı yazmak; bir yanıyla paylaşmaksa da, asıl aynı Zümrüd-ü Anka Efsanesi'nde olduğu gibi kendi gökyüzünde uçmaktır...
Zümrüd-ü Anka’nın (Anka kuşu) bir diğer adı Simurg'dur. Simurg, beklemekten vazgeçmek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra dahi inatla uçmayı sürdürerek kendi küllerimizden yeniden doğabilmektir... Simurg olmadıkça; kafeslerimizde, tüneklerimizde yaşamayı kabullendikçe daha güzel bir yaşam, gelecek ''güneşli günler'' hayaldir.. Simurg, yaşam treninin lokomotifidir. O olmazsa yaşam olmaz...
Efsaneye göre kuşların hükümdarı olan Simurg, Bilge Ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş... Dünyada bilen çok. Biliyormuş edasında takılanların ise haddi hesabı yok.. Simurg kuşunun asıl özelliği gözyaşlarının şifalı olması, yanarak kül olmak suretiyle ölmesi ve sonra kendi küllerinden yeniden doğmasıymış.
Gözyaşının şifalı olması anlamlı... Acı çekerken gözyaşı dökeriz. Dökülen gözyaşı, çekilen acı, ödenen bedeller ne kadar ağır olursa olsun sadece kendimiz için değilse, başkalarına yeni ufuklar işaret ediyorsa; öğreticidir,yol göstericidir ve elbette ki, şifa kaynağıdır...
Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Zamanla kuşlar dünyasında kriz derinleşip ve her şey ters gittikçe, onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Bekleyen dervişin muradına erdiği koca bir yalanmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanmaya başlamışlar. Sonunda umutları tükenmiş. Demek, bize anlatılan Simurg da gerçek değil, uydurma bir öykü diye düşünmeye başlamışlar...
Derken bir gün iki kıtanın birleştiği uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.
Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın zirvesindeymiş. Oraya ulaşmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekiyormuş. Her biri ötekinden çetin yedi vadi sırasıyla şunlarmış: İstek, aşk, marifet, istisna, inanç, hayret ve yokluk...
Kuşlar hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, kendi küçük hesaplarına takılanlar bu engebeli, dolanbaçlı, çetin yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar, düşenler olmuş...
Aşk Denizi’nden geçmişler önce... Ayrılık Vadisi'nden uçmuşlar... Hırs Ovası'nı aşıp, Kıskançlık Gölü'ne sapmışlar... Her biri bir engelde kopmuş kafileden. Kuşların kimi Aşk Denizi'nin cazibesine kaptırmış kendini, kimi korkup yılmış bırakmış kendini pis bataklıklara...
Önce Bülbül dönmüş yolundan... Gül bir döneği sever mi sevmez mi? Orası muğlak. Ama Bülbül, güle olan aşkını hatırlamış... Papağan o güzelim rengarenk parlak tüylerini bahane etmiş. (Oysa tüyleri yüzünden kafeslere kapatılırmış)Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakmak istememiş; Baykuş yıkıntılarını, Balıkçıl kuşu bataklığını özlemiş...
Kuşlar kafilesi yedi vadi üzerinde uçtukça sayıları azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçildikten sonra, altıncı vadi Şaşkınlık Vadisi ve sonuncu Yok Oluş vadilerinde bütün kuşlar umutlarını yitirmişler... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye sadece otuz kuş kalmış.
Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş. Farsça ''si'' ,''otuz'' demektir. ''Murg'' ise ''kuş''... Simurg, ''otuz kuş'' demekmiş. Onların hepsi Simurg'muş. Her biri de Simurg'muş. Otuz kuş, anlar ki; aradıkları sultan, kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur...