Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin önceki gün Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçı Donetsk ve Lugansk bölgelerinin bağımsızlığını tanıdığını açıkladı. Dahası bu iki bölge ile ikili anlaşma imzaladı Rusya. Ukrayna’nın bağımsızlığını, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü hiçe sayan ve uluslararası hukukun açık bir ihlali olan bu kararın kabul edilmesi abesle iştigal. Uluslararası ilişkilerde emrivakilere ve uluslararası hukuku hiçe sayan gelişmelere karşı durmak, Birleşmiş Milletler Şartı’nın gerektirdiği devletlerin toprak bütünlüğü ve sınırlarının dokunulmazlığı ilkelerine saygı duymak gerekiyor. Rusya’nın dolaylı bir ilhak anlamına gelen tanıma kararı Karadeniz'de de suları ısıtmış ve Türkiye’nin kuzeyini kaplayan denizi tehlikeye sokmuştur.
Dahası, dün sabaha doğru Rusya üç koldan başkent Kiev'i de içine alan beklenmedik yoğunlukta bir askeri saldırıya girişerek füze saldırıları yapmış, Çernobil Nükleer Santrali ve Kiev yakınlarındaki havaalanını da kontrolüne almıştır.
Rusya’nın askeri olarak daha fazla ileri gitmese bile Ukrayna yönetimini çekilmeye zorladığı anlaşılmaktadır. Putin'in saldırıdan hemen önce Ukrayna silahlı kuvvetlerine terhis çağrısı da bu doğrultuda psikolojik bir harekattir.
Bu noktada Rusya’ya karşı da ABD, İngiltere ve AB'den farklı tonda gelen ekonomik ve finansal ağırlıklı karşı yaptırımlar söz konusu. Biden da kameraların karşısına geçerek yaptırımları kamuoyuna açıkladı ve farklı opsiyonları dile getirdi.
Bölge barışını büyük ölçüde sabote eden Ukrayna’daki Batı-Rusya kapışmasında daha ileri gidilmemesi ve Rusya'nın daha fazla ölümler ve trajedi yaşanmaması için askeri harekatı durdurması temennim. Uluslararası kuruluşların başta BM olmak üzere tarafları yapıcı bir tutum almaları doğrultusunda ikna ve diyalog sürecini başlatmaları bu çerçevede çok yerinde olacaktır.
ANKARA'NIN MONTRÖ KOZU
Türkiye’nin de iyi ilişkiler içinde olduğu Ukrayna ve Rusya arasındaki tehlikeli gerilimi yumuşatma ve ilhak girişimini durdurma yolunda bir rota izlemesi gerçekçi olacaktır. Rusya’ya birçok alandaki ihtiyacımız nedeniyle olup bitenlere sessiz kalmak daha büyük maliyetleri getirebilir.
İşte bu noktada Lozan'dan kalan ve onun devamı olan Montrö Anlaşmasının önemi ve değeri, stratejik niteliği ortaya çıkmaktadır. Bu anlaşmanın bir ara içeride tartışmaya açılmasının oluşturacağı zafiyet de umarım şimdi daha iyi anlaşılır.
KARADENİZ'İ "NATO GÖLÜ" YAPMA ARZUSU
Rusya’nın Ukrayna’nın üstüne abanmasının başlıca nedeni, NATO'nun, ABD ve AB'nin Ukrayna'yı içine almak istemesi açıktır ki. Bu gerilim Ukrayna içinde kutuplaşmaya neden oluyor ve ülkenin doğu ve güneyi Rusya’ya, diğer kesim Batı'ya yakın duruyor. Aynı şekilde Batı'nın AB ve NATO aracılığıyla Romanya, Bulgaristan, Gürcistan'a sarkması Ukrayna gibi Rusya’yı oldukça irite etmektedir. 2008'deki NATO Bükreş Zirvesi Rusya için bir alarm olmuştur.
Türkiye açısından da NATO üyesi olsa da NATO ile sorunlu olan bir devlet olarak Karadeniz'in bir "NATO gölü" olması ulusal çıkarlarımızla ne kadar bağdaşır? Bağdaşacağını hiç sanmıyorum.
Bu meyanda bakıldığında Karadeniz'in anahtarı Türkiye’nin cebindedir. 1936'da imzalanan Montrö, Boğazlar ve Karadeniz'in savaş gemisi trafiğini Ankara'nın kontrolüne vermiştir. ABD'nin her fırsatta bundan rahatsızlığını dolaylı da olsa dile getirmesi bu nedenledir. Türkiye, olası bir savaşta savaş gemisi geçişini kısıtlama yetkisine sahiptir. Rusya’nın da en az Türkiye kadar hatta yerinde daha kıskanç bir şekilde Montrö rejimine atıfta bulunması, ABD savaş gemilerine set çekmesi nedeniyledir. Türkiye’nin Montrö'den gelen imkanlarını Rusya’nın dengelenmesinde ve olası çılgın adımlarını frenlemekte kullanması gibi, ABD ve NATO'nun da kışkırtıcı adımlarını engellemesi için de kullanması makul bir tutum olacaktır. Güneyinde sorunları olan ve ekonomisi en kırılgan dönemini yaşayan Türkiye’nin Karadeniz'de barışa ihtiyacı var. Rolünü barıştan yana kullanması fevkalade çıkarımıza olacaktır.
RUSYA'NIN TEHDİT ALGILAMASI VE REDDEDİLEN ANLAŞMA TALEBİ
Geriye dönüp bir daha baktığımızda, Rusya’nın Abhazya ve Osetya'daki harekat tarzını izleyerek 8 yıl öncesinden Kırım da içinde olmak üzere Ukrayna’nın doğu ve güneyinde çeşitli fiili durumlar yaratarak oldu bittiler yarattığını görüyoruz.
Fakat herşey bir yana, Putin'in gözünü karartıp Ukrayna’nın tamamen fiili ve askeri kalıcı işgali gibi bir yönelime gireceğini sanmıyorum. Hatırlayalım; Rusya, geçen yılın sonunda ABD ve NATO'ya iki anlaşma taslağı vermişti. Özü şuydu: iki taraf güçlerini 1997'dekinden öteye getirmeyecek; NATO daha fazla doğuya doğru genişlemeyecek, Ukrayna, Doğu Avrupa, Güney Kafkasya ve Orta Asya'da askeri faaliyette bulunmayacak. Sonuçta bu taslak Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO'ya üyeliğinin önünü de kapatmaktadır. Fakat ABD bu taslağa yanıt vermemiştir.
İşte şimdi olup bitenler bir yerde Batı'nın Ukrayna’ya dönük hesaplarının Rusya tarafından ulusal güvenliğine dönük bir tehdit algılamasından kaynaklanıyor. Ancak tabii bu tehdit algılamasından yola çıkıp egemen bir devletin topraklarının bir kısmını işgal ve ilhak etmek mazur görülemez. Tabii aynı şekilde ABD ve NATO'nun Karadeniz'i bir "NATO gölü" yapma, NATO'nun nüfuz alanını genişletme yaklaşımı da barış için bir tehdittir. Türkiye’nin yapması gereken ise çekişen iki taraf arasında denge unsuru olmak, bölgede sükunet için çalışmaktır. Çünkü ekonomik kırılganlik da istikrarsızlık içinde hareket etmeye yatkın olmamak da bunu gerektiriyor.
RUSYA, UKRAYNA'NIN BİR KISMI UĞRUNA BATI'YA GENİŞ BİR ALAN BIRAKIYOR
Putin'in ise gelinen noktada anlaşmaya yanaşmayan Batı'ya sınırlarını kendi üslubuyla çizmek istediğini, daha ileri gitmeyeceğini söylemek mümkün. Ancak Rusya’nın Ukrayna’da attığı adımların sonucunda kazananın kim olduğu konusunda erken yorumlar hatalı olabilir. Bana öyle geliyor ki Rusya son adımıyla aslında Batıya, Doğu Avrupa'ya doğru olan nüfuz ve etki alanını daralttı.
Öte yandan Çin de Batı-Rusya kapışmasında tavrını açıkça ortaya koydu; çünkü Batı'nın ve onun askeri-siyasi aygıtı NATO'nun doğuya doğru sarkmasını istemiyor. Rusya ve Çin'in çıkarları kesişiyor. Bu noktada Pekin Olimpiyatları öncesinde Rusya-Çin ortak açıklamasını hatırlamak gerekir.
Batının kozu ise ekonomik-finansal yaptırımlar, Kuzey Akımı vb. Tabiî aynı zamanda askeri yığınak. Bu bağlamda Batı-Rusya arasında doğrudan bir askeri çatışmanın söz konusu olmayacağını söyleyebilirim.
DÜNYA ARTIK YENİDEN ÇOK KUTUPLU
Ukrayna merkezli sıcak günler ve askeri hareketlilik öyle gösteriyor ki Rusya ve Batı arasında eski zamanları andıran konvansiyonel bir detant olmazsa gerilimi sona erdirmeyecek ve karşılıklı kartlar açılacak her fırsatta. Avrupa, Balkanlar, Karadeniz'de, Güney Kafkasya'da fırtınanın dinmesini kendi haline bırakarak beklemek yerine sakin ve korunaklı limanlar aramak en iyisi. Bu da her iki tarafın birer adım geri çekilip birbirinin pozisyonlarına saygı göstermesinden geçiyor. ABD kendisini hala Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra uzun yıllardaki gibi tek kutuplu ve kendisinin tek kale oynadığı dünyada zannediyor. Oysa artık Çin-Rusya da bir kutup. Dünya artık yeniden çok kutuplu bir yörüngede dönüyor. Bu noktada Hindistan'ı periferisine almaya çalışan ABD başarılı olamıyor; Hindistan, Türkiye, İran gibi devletleri tam kontrole alamayan ABD'nin artık dünyanın tek jandarması olma iddiasından vazgeçmekten başka çıkar yolu yok.
Ukrayna’daki gelişmeleri sadece ABD ve Batı kaynaklarından okumak ve değerlendirmek yanıltıcı olacaktır. Turuncu devrim girişimini de unutmayalım Ukrayna’nın NATO'ya alınması çabaları gibi.
Türkiye’nin pozisyonu ise kesinlikle ve net olarak kendi çıkarlarının gerektirdiği barışa katkıda bulunmak olmalıdır. Güneydeki ateş hattına bir ateş hattı da kuzeyde eklenmemelidir. Rusya ve Ukrayna ile iyi ilişkiler içindeki Ankara, Karadeniz'de barış için inisiyatif almalıdır. Karadeniz'de etkinliğini azaltacak girişimlere set çekmesini de bilmelidir. Bu doğrultuda Montrö gibi bir enstrümanı da varken.