“Ben Ölmek İstemiyorum.” diye haykırıyordu kadın. On yaşındaki kızının “Anne lütfen ölme.” diyerek döktüğü gözyaşlarından daha etkiliydi babasının bıçak darbeleri. Kadın ilk kurban değildi, son da olmayacak.
1974 yılında ortaokulda öğrenciydim. İzmir’de Eşrefpaşa Caddesi’nde, Mezarlıkbaşı durağını geçince sağda Saray Sineması vardı. İzmir’deki birçok sinema gibi o da on yıl önce yandı. İşte bu sinemada Süreyya Duru’nun yönettiği başrollerinde Aytaç Arman ile Perihan Savaş’ın oynadığı Bedrana (1974) filmini izlemiş ve çok etkilenmiştim. Büyük kentlerde insanların hayatlarına girmeye başlayan televizyon ile seks filmleri yüzünden sinemalardan uzaklaşan insanlar, aynı yıl içerisinde gösterime giren Bedrana, Ylmaz Güney’in Arkadaş, Şerif Gören’in Endişe, Lütfi Akad’ın Diyet, Atıf Yılmaz’ın Kuma filmleri sayesinde sinema salonlarını doldurdular.
Edebiyatımızın önemli isimlerinden Bekir Yıldız’ın Bedrana ve Hamuş adındaki iki öyküsünden uyarlanan filmin senaryosunu Vedat Türkali ve İhsan Yüce yazmış. Elazığ’ın Palu ilçesinde çekilen film, bölgenin bozulmamış doğal güzelliklerinin arasında yöre insanının yaşam koşulları ve acımasız törelerle mücadelesini anlatır. Bir yıl sonra da Bekir Yıldız’ın Kara Çarşaflı Gelin öyküsü Vedat Türkali tarafından senaryolaştırılarak çekildi. Perihan Savaş’ın yerine Semra Özdamar oynar, 2017 yılında ölen Hakan Balamir ile Aytaç Arman başrolde oynar. 1995 yılında 58 yaşında kaybettiğimiz Süreyya Duru, sinemamızın en eski yönetmenlerinden biridir. Malkoçoğlu filmleri ile tanındı. Onun yönettiği Alageyik (1969), Şoför Nebahat (1970), Güneşli Bataklık (1978), Fatmagül’ün Suçu Ne (1988) ve son filmi Ada (1988) bir kuşağın hayatında iz bırakan filmlerdir.
Filmin başında aslında filmin devamına ve sonunu dair fikir elde ederiz. Karlı dağlarda patlayan silahlar, vurulan adamlar, kanlar içinde üstü başı yırtık yerde yatan bir kadın. Sonra adam tabancasını kadına doğrultur. O kocası Şahin’dir.
Çobanlık yapan Davut (Aytaç Arman) ile Bedrana (Perihan Savaş) aynı köyde yaşamakta ve birbirlerini sevmektedirler. Ağaya çobanlık yapan Hamza’nın (İhsan Yüce) Bedrana’da gözü vardır ve onunla evlenmek ister ancak Ağa ona izin vermez. Çareyi kaçmakta bulan sevgililer silahlarla peşlerine düşen kızın ailesi ve köylülerden kurtulmak için ağaya sığınırlar. Ağa’nın yardımı ile kızın ailesine başlık parası verilerek barışılır düğün yapılarak evlenirler.
Ağa, onlara bu yardımları iyilik olsun diye yapmaz. Sürüsünü sınırı geçirmek için Davut’a ihtiyacı vardır. Davut sürüyle köyden ayrılınca Hamza, Bedrana’yı kaçırmak ister, kız direnince de onu bıçaklar. O, bıçak yarasından doktorların sayesinde kurtulur ancak Hamza’nın dokunuşu ile açılan yaralardan kurtulmak zordur. Davut, doktordan Bedrana’yı tedavi etmesini istemez. Çünkü onun namusu kirlenmiştir, törelere göre namusunun temizlenmesi için tek çare ölmesidir. Eğer bıçak yaralarından kurtulursa kendisi öldürmek zorunda kalacaktır ve yıllarca hapis yatacaktır. Kocası öldürmez ise kardeşi, o da öldürmez ise babası öldürecektir. Töre böyledir ve ona karşı gelinemez. Töreye uyulduğunda ise şehrin kanunları ve hapishanesi vardır ki onlar töre nedir bilmez.
Namusunu temizlemeyen adamdan sayılmaz, selam verilmez, insan içine çıkamaz, yok sayılır. Öte yandan ölümü göze alarak kaçırdığı sevgilisinin canı küçük bir serçe gibi Davut’un avucunun içindedir. Davut Bedrana’yı öldürmek istemez, ama onu sevdiğinden değil yıllarca hapis yatmaktan korktuğundan istemez. Onu bu çıkmazdan evlendiklerinde bebeklerine beşik yapmak için tavana çaktığı demir halka kurtaracaktır.
Bekir Yıldız, Bedrana’nın öyküsünü yazıp Süreyya Duru filmini çektikten sonra ne çok kadın sevgili, koca, baba ve kardeş şiddetinden öldü. Kitaplar ve filmler başka insanlarda bu acıları yaşamasın diye yazılır, çekilir. Tecavüze uğrayan Güldünya evinden kaçıp çocuğunu doğurur ve ona Umut adını verir. Ancak kardeşlerinin bıçaklarından kurtulamaz. Halbuki ne güzel bir isimdir Güldünya. Bebeğine sıradan bir isim yerine Güldünya koyabilecek incelikten öldürme duygusuzluğuna getiren nasıl bir töre ve inançtır.
Filmin başında kocası tarafından öldürülen kadının son sözleri “Komadın namusumu o deyyusun oğluna” olmuştu. Töreye boğun eğen kadınlar yok günümüzde. Bunca yıl sonra kadınlar artık “Ölmek İstemiyorum!” diye haykırıyorlarsa bugüne kadar verilen mücadelenin sonucudur. Ancak görünen o ki; şair Adnan Yücel’in dediği gibi “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” kadınlar ölmeye devam edecekler.