“Hak yerini bulsun, gökler başımıza yıkılsa dahi.”
Bu sözler Britanya İmparatorluğu Yüksek Mahkeme Başkanı’na aittir ve köle taşıyan gemiden canlı olarak denize atılıp öldürülen 132 kölenin bedelini sigorta şirketinden tazmin edebilmek için köle tüccarlarının açtığı davanın temyiz kararında 1783 yılında söylemiştir. Yargıç kraldan sonra gelen ülkenin en güçlü kişisidir.
Londra’da doğan siyah kadın yönetmen Amma Asante’nin ikinci uzun filmi olan Belle (2013) filminde insanlık tarihinin yüz karası ırkçılık ve kölelik ekseninde, İngiltere’de yaşanan birçok sorunu ele alınır. Kadınların evlilik ve miras konuları, farklı sosyal statüdeki insanların birbirleriyle ilişkilerini anlatılır. Yönetmen, insanların yaşam tarzını ve ilişkilerinin biçimini belirleyen üç temel olguyu film boyunca irdeler, sorular, sorar. İnsanın yaşamını belirleyen nedir? Teninin rengi mi? Atalarının kanı mı? Serveti mi? İngiliz sömürgesi Batı Hint adalarında doğan Dido Elizabeth Belle’nin hayatını anlatan bu film bu sorulara cevap verir.
1767 yılında gemi kaptanı Sir John Lindsay sevdiği zenci kadından olan küçük kızı Dido Elizabeth Belle’yi amcası aynı zamanda Yüksek Mahkeme Başkanı olan Lord Mansfield’e bakması için getirir. Yargıç, eşi, hiç evlenmemiş kız kardeşi ve yine onlara bırakılmış kaptanın yurt dışında yaşayan ağabeyinin kızı Elizabeth ile birlikte muhteşem malikanelerinde yaşamaktadır. Yargıç ve ailesi Belle’yi istemez. Kız gayri meşru ve melezdir. Ancak kabul etmek zorunda kalırlar. Çünkü kaptan Kral’ın hizmetindedir ve uzun yolculuğa çıkacaktır, kızın annesi de öldüğünden bakacak kimse yoktur. Zaten kurallar da aynı kanı taşıyan Belle’ye bakmalarını zorunlu kılmaktadır. Büyük malikanede Elizabeth’in de bir arkadaşa ihtiyacı vardır. Dido Elizabeth Belle yerine Dido adını kullanmaya karar verirler.
Film birden kızların artık evlenme yaşlarına geldiği yıllara atlar ve asıl öykü de başlar. Dido’ya aile içinde eşit davranılsa da resmi yemeklere ve davetlere katılamaz. Rengi ve statüsü nedeniyle kurallar engeller. Bu durum evliliğini de etkileyecektir. Ancak alt sınıftan biriyle evlenebilecektir ki böyle bir şey Yargıç’ın ailesinin konumunu zedeleyecektir. Tek seçenek zaten yaşlanan ve hiç evlenmemiş malikanenin idari sorumluluğunu yürüten halanın yerini almaktır.
Lord Mansfield’den ders almak üzere malikaneye gelen hukuk öğrencisi ve bir papazın oğlu olan John Davinier olayların akışını değiştirir. Bu genç ülkede gelişmekte olan kölelik ve ırkçılık karşıtı görüşleri benimsemekte, bu görüşü savunan grupların içinde yer almaktadır.
Yargıç tarihe Zong katlıamı olarak geçen davanın temyiz kararını verecektir. Köle taşıyan Zong gemisinde hastalan 132 köle diri diri denize atılır. Çünkü hasta kölenin fiyatı düşüktür. Köle tüccarları bir mal gibi köleleri sigorta ettirdiklerinden onları düşük değerden satmak yerine öldürerek sigorta şirketinden daha yüksek tazminat alacaklardır. Bunu gemide su kalmadığı gibi gerçekdışı bir gerekçeyle yaparak sigorta şirketinden paralarını alırlar. Ancak sigorta şirketi dolandırıldıkları gerekçesiyle dava açar. Mahkeme köle tüccarlarını haklı bulur. Bunun üzerine sigorta şirketi temyize gider. Kararı Yüksek Mahkeme Başkanı Lord Mansfield verecektir.
Burada filmin dışına çıkarak kölelik konusuna değinelim. Köleliği savunanlar, savaşa girip yenilenler yenenlerin kölesi olmayı kabul etmiştir gerekçesine sığınırlar. Esirlerin yaşam hakkı galiplerin eline geçmiştir. Onları öldürmek veya köle yapmak onların tercihidir. Sömürgeciliğin gelişmesi ile birlikte köle ticareti Avrupalı tüccarlar için zenginlik kaynağı haline geldi. Afrika, Amerika ve Avrupa üçgeninde kanlı ve karlı bir ticaret üçgeni oluşturuldu. Gemilerle Afrika’dan köleleştirilen zenciler Amerika’ya götürülerek satılıyor, oradan çalınan alınan altın gümüş gibi değerli madenler ve köleleştirilen Kızılderililer Avrupa’ya getiriliyor, Avrupa’dan da sanayi ve ticaret ürünleri Afrika ve diğer sömürgelere götürülüyordu. Gemiler hep yük taşıyordu. Tüccarlar büyük servet ve güç elde etti.
Yargıç bu nedenle “Hak yerini bulsun, gökler başımıza yıkılsa dahi”der. Çünkü vereceği karar zengin ve güçlü kişileri etkileyecektir. Hatta kölelik sistemini etkileyecektir.
Bin yedi yüzlü yılların İngiltere’sini ve aristokratlar arasındaki ilişkileri kadınların durumunu görmek için yaşanmış bir öyküyü anlatan filmi izlemek gerekir.
Filmle ilgili daha fazla ipucu vermeden, yukarıda sözünü ettiğimiz kirli ticaret üçgeninin Amerika Avrupa ekseninde Kızılderililerden çaldıkları altın ve gümüşleri, köleleştirdikleri yerlilerle birlikte Avrupa’ya götüren San Salvador adlı gemide yaşanan gerçek bir olaydan yola çıkarak Danimarkalı yazar Hans Kirk’in Nazi işgali döneminde hapiste yazdığı Köle adlı romanda geçen bir diyalogla yazıyı bitirelim. Köle sahibi kadın kölesi genç erkeğe;” Hayat her şeyden daha değerli değil midir?” diye sorar. Köle “Hayır” der. “Ondan kıymetli ne var ki?” diye sorar kadın. Köle “Özgürlük” diye cevap verir. Onun adı Pancuiaco’dır.
Köle gemileri okyanusta yalnız değildir, onlara köpek balıkları eşlik eder.