Ödemiş’in kasabası Bademli’de Kocabey adında yaşlı birinin bahçesine, tahta kapısını açıp girdiğimizde meyve bahçesi beni büyülemişti. Çok çeşitli ve irili ufaklı ağaçlardan gökyüzü görünmüyordu. Kocabey, istediğimiz meyvelerden kendi ellerimizle koparıp yiyebileceğimizi söyledi. Erikler, kirazlar, elmalar, şeftaliler. Ağaçlar birbirlerine o kadar yakındı ki, sanki Kocabey bulduğu fidanları getirip toprağa dikivermişti. Bir fidan daha eklenmese hayat son bulacakmış gibiydi. Birkaç yıl sonra Kocabey’in öldüğünü öğrendim.
Kocabey’in meyve bahçesi bana Akira Kurosawa’nın Ikiru (Yaşamak) filmini çağrıştırdı. 1910 yılında Tokyo’da doğup 1998 yılında ölen ünlü Japon yönetmen Kurosawa’nın Yedi Samuray, Raşomon, Ağustos’ta Rapsodi, Dersu Uzala, Ran gibi filmleri kadar bilinmeyen bir film IKIRU.
Üç ay bilemediniz altı ay ömrünüz kaldığını öğrenirseniz ne yaparsınız? Bir de o ana kadar yaşadıklarınızı (veya yaşamadıklarınızı) kendiniz için değil de başkaları için yapmış iseniz? O başkaları ise, sizin onlar için yaptıklarınızın farkında değilse. Yönetmen, Ikiru filmin kahramanı Kanji Watanabe üzerinden bu sorulara cevap arıyor. Kanji Watanabe (Takashi Shimura) karısını çok genç yaşta kaybettikten sonra tekrar evlenmeyip çok küçük yaşta annesiz kalan oğlu Mitsuo’yu tek başına büyütmüş ve evlendirmiştir. Kanji, oğlu ve karısı ile aynı evde yaşamaktadırlar. Siyah beyaz döneme ait filmimiz 1930 yılında yönetmemin yirmili yaşlarında olduğu dönemde geçmektedir. Hayatını oğluna ve işine adayan Watanabe otuz yıllık iş hayatının sonunda belediyede halkla ilişkiler şefliğine yükselmiştir. Bu süre içinde hiç izin kullanmamış, bütün yaptığı ise gelen belgeleri imzalayıp mühürlemek ve başka servislere yönlendirmekten ibarettir. İş arkadaşları o izine çıktığında ona gerek olmayacağının ortaya çıkacağını düşünmektedirler ancak onun görevden ayrılması durumunda o koltuğa kendileri gelmek istemektedirler.
Japonya’nın geçen yüzyılına tanıklık ederek yaşayan bir yönetmenin filmi Ikiru. Samuray soyundan gelen askeri okulda öğretmen bir babanın en küçük oğlu. Okul hayatı pek başarılı geçmeyen Akira Kurosawa resim ve güzel sanatlara, edebiyata özellikle Rus edebiyatına ilgi duymaktadır. Çok küçük yaştan itibaren eline geçirdiği kitapları okumakta, sinema, tiyatro ve Japonya’da yaygın olan masal anlatıcılarına gitmektedir. Gazetede gördüğü yönetmen yardımcılığı iş ilanına başvurur ve sınavları kazanarak genç yaşta sinemaya yönelir. Amacı geçimini sağlamak, ekonomik sıkıntıda olan ailesine yardım etmektir. Yönetmen yardımcılığı, senaryo yazmak ve sinemanın tüm dallarında ilk kuşak Japon yönetmenlerin yanında çalışır. Japon kültürüne ait filmler yanında Ikiru gibi psikolojik filimler de çeker.
1952 yılında çevrilen Ikiru (Yaşamak) filmine dönersek; Midesinden şikayetçi olan Watanabe’ye doktor, hastalığının önemsiz bir mide rahatsızlığı olduğunu söyler. Bekleme salonunda başka bir hasta ona mide kanseri olanlara doktorun gerçeği sakladığını ve önemsiz mide hastalığı olduğunu söylediğini, mide kanseri olanların ise altı ay kadar ömürleri kaldığını anlatmıştır. Hayatında oğlu ve işinden başka bir şeyi olmayan yaşlı hasta adam ortada kalmıştır. Oğlu ve gelini ise onun yıllarca çalışarak biriktirdikleri ile emekli ikramiyesini alıp kendilerine yeni ev alma planı yapmaktadırlar. Onlara hastalığını anlatacak fırsat bile bulamayan Kanji Watanebe kalan kısa ömrünü nasıl geçirecektir? Sorunun cevabını filmi izleyerek görmeliyiz. Watanabe, yanında çalışan mutlu ve hayata bağlı genç kadın Toyo Odagri ile zaman geçirmeye başlar. Odagri, işyerinde çalışan herkese lakap takmıştır. Watanabe’nın ki ‘mumya’dır. Çünkü arkadaşları onun yaşayan bir ölü olduğunu düşünmektedirler.
Akira Kurosawa, ayrıca filimde bürokrasiyi eleştirmekte, insanların ikiyüzlülüğünü, bencilliğini anlatırken, onların yanında hayata anlam katan güzel şeyler yapıldığında ise değer verecek insanların olduğunu da göstermeyi ihmal etmez.
Kendisinden ‘sinemayı’ çıkarınca bir hiç olacağını düşünen bir yönetmenin filmi IKIRU. Yazıyı filmin bir sahnesinde batan güneşi bakan Watanabe’nin sözleri ile bitirelim.
“Gerçekten ne güzel. Geçen 30 yılda her şeyim oldu fakat gün batımını unuttum. Ancak bunun için vaktim yok şu an.”