Ülkemizde son yıllarda kadına yönelik şiddet olayları o kadar çok arttı ki hayatın rutin akışı içerisinde sıradanlaştırıldı. Eş- sevgili (çoğunlukla eski), akraba hatta tanımadığı kişiler tarafından öldürülen ya da onların fiziksel ve psikolojik şiddetine dayanamayıp kendi canlarına kıyan kadınların haberleri gündelik yaşamın parçası haline geldi. Katillere verilen (verilmeyen) cezalar toplum vicdanını derinden yaralarken şiddete eğilimli olanları daha da cesaretlendirdi. Ölen kadınlar ise öldükleri ile kaldılar.
Metin Erksan’ın 1968 yılında çektiği Kuyu filmi bu konuyu anlatır. Yönetmenin bir gazete haberinden esinlenerek senaryosunu yazıp yönettiği film, yarım asır geçmesine rağmen anlattığı öyküde geçenler yok olacağına daha da çoğalarak devam ediyor.
Metin Erksan’ın mülkiyet üçlemesi olarak adlandırılan film serisinin son filmidir Kuyu. Yönetmen daha önce toplumsal gerçekçi köy edebiyatı ürünlerinden Fakir Baykurt’un aynı adlı romanından uyarladığı Yılanların Öcü (1961), Necati Cumalı’nın romanından uyarlanan ve 1964 yılı Berlin Film festivalinin büyük ödül olan Altın Ayı ödülünü alarak Türk sinemasının ilk Uluslararası başarısını elde eden Susuz Yaz (1963) filmlerini çekmiştir.
Yönetmenin esinlendiği gazete haberinde, Güney Doğu Anadolu’da bir köyde yaşayan genç kadın köylüsü tarafından sürekli kaçırılıp dağa çıkarılmaktadır. Jandarmalar tarafından yakalanan adam hapiste yatıp çıktıktan sonra tekrar kaçırmaktadır. Gösterime girdiğinde gişe başarısı elde edemeyen film Nisa süresinin 19. ayetinin “Kadınlara iyilikle davranın” sözleri ile başlar. Gölde yıkanan Fatma’yı (Nil Göncü), Osman (Hayati Hamzaoğlu) saçlarından tutup sürükleyerek zorla kaçırır. Dağlarda ip bağlayıp dolaştırdığı genç kadını kendisi ile evlenmesi için zorlar. Sabaha kadar süre verir. Ancak Fatma kabul etmeyince zorla tecavüz eder. Yakalanan Osman hapse Fatma ise yaşlı anne babasına teslim edilir. Fatma kendisinden yaşlı biri ile evlendirilmek istenir. O düğünden kaçıp kendini ağaca asıp intihar edeceği sırada dağlarda yaşayan firari idam mahkumu Mehmet onu kurtarır. İkisinin de birbirinden başka tutunacak kimseleri yoktur. Ancak bu uzun sürmez. Jandarmalarla çıkan çatışmada Mehmet ölür. Ancak bu sefer Fatma’nın ailesi onu kabul etmez. O artık oturak alemlerinde sarhoş erkeklere içki sunmaktadır. Hapisten çıkan Osman onu bulup tekrar kaçırır. Ancak Fatma onu tekrar reddeder. Sonunda adam susuzluğunu gidermek için indiği kuyudan çıkamaz. Fatma kuyuyu taşla doldurur.
Filmde Osman’ın tutkusu hastalık derecesindedir. Kadına olan tutkusunu yeterli görür. Fatma’nın isteğinin önemi yoktur. Osman’a göre kadın erkeğin malıdır. O ne isterse olmalıdır. Gerekirse zorla bunu elde etmek ister. Fatma’nın direnişini hayranlık ve içimiz acıyarak izleriz. Filmin gişede başarısız olmasına yönetmenin kendisinin de beğenmemesine rağmen işlediği konu elli yıl sonra bile günceldir. Metin Erksan’ı sinemamızda özel yapan da budur.
Fatma’nın kuyunun direğinde asılı cansız bedeni tüm kötülüklere karşı isyan bayrağı gibi sallanmaktadır. Şair Ahmet Telli’nin bir söyleşide Kul Nesimi’nin dizelerinden esinlenerek söylediği “Gülün parayla değil gül ile tartıldığı” günlere kadar korkarım bu acılar devam edecek. Yazıyı Kul Nesimi’nin dizesi ile bitirelim.
“Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Gül alır gül satarlar
Çarşı pazarı güldür gül”