Bostanlı balıkçı barınağındaki kahvenin bütün masaları doluydu. Nisan güneşinin altında Haruki Murakamı’nın İmkansızın Şarkısı romanını okuyordum. Romanın kahramanlarından Reika İşida’nın ana kahraman Toru Watanaba’ye yazdığı mektubu okuyunca kitabı masaya bıraktım. Kıyıdaki kibrit kutusu gibi dizilmiş apartmanlara sırtımı dönüp yüzümü Ege’nin mavi sularına çevirdim.
Roman 1968-1970 lı yıllarda Japonya’da geçiyordu ve mektupta arkadaşı Toru’ya mutluluk üzerine tavsiyelerde bulunuyordu. Fransız yönetmen Agnes Varda bir ay önce ölünce filmlerinden birkaçını izlemiştim. Yönetmenin 1965 yılında çektiği Le Bonheur (Mutluluk) filmi de adı gibi mutluluk üzerineydi. Zaten insanın bütün çabaları ne içindir ki?
Film, Mozart’ın müziği eşliğinde, ayçiçeği tarlasında uzakta yürüyen el ele tutuşmuş kadın ve erkeğin arasında iki küçük çocuğun görüntüleri ile başlar. Bunlar Paris’in yakınlarında bir kasabada marangozluk yapan François, evinde terzilik yapan karısı Thérèse ve iki küçük çocuklarıdır. Aile bir ilkbahar pazar gününde kasabanın yakındaki ormanda ağaçların altında çiçeklerin arasında piknik yaparlar. Çocuklar gölgeliğin altında uyurken eşler sarmaş dolaş ağaca yaslanmıştırlar. Her şey o kadar güzeldir ki. Bir fırça daha vursan “mutluluğun resmi” bozulacak gibidir.
O fırça darbesi komşu kasabada posta hanede memurluk yapan Emilie’dir. François iş için gittiği komşu kasabada Emilie ile tanışır. Emilie, eskiden mutlu olan yalnız yaşayan bir kadındır. Aslında karısını çok seven ve onunla mutlu olan François “öteki kadınla” yakınlaştıkça hayatında eksik olan bir şeylerin olduğunu hisseder. Agnes Varda, filminde mutluluğu sanki erkek için gerekli bir şeymiş gibi anlatır. Kadınlar, erkeğin mutlu olması varlar. Öteki kadın Emilie ve karısı Thérèse’nin mutlu olması François’in mutluluğu içindir. Hatta erkek sevgilisine “İkinize de yetecek mutluluğum var.” der. Sevgilisini daha eğlenceli ”yeni bir şarap tatmak gibi” karısını ise “her zaman sevecen biri” olarak tanımlar. Erkek karısını bir bitkiye öteki kadını ise serbest bırakılmış bir hayvana benzetiyor. Kendisinin de doğasever olduğunu söylüyor.
Agnes Varda 1928 yılında Brüksel’de doğdu. Önceleri fotoğraf sonrasında ise Fransız Yeni Dalgasının tek kadın yönetmeni olarak üyesi olarak önce kısa filmler yönetti. İlk uzun metrajlı filmi kanser hastası genç bir şarkıcı kadının iki saatini anlatan Cléo de 5 à 7 (Beşten Yediye Cleo) yı 1962 yılında çekti. Önemli filmlerinden biri de 1985 yılında çekilen ve hippi bir kızı anlatan Sans toit ni loi (Çatısız Kuralsız) dır. Yeni Dalga’nın yönetmenlerinden Jacques Demy evelenen Agnes Varda belgesel sinemaya yöneldi. Toplayıcılar (2000), Agnes’in Plajları (2008), Mekanlar ve Yüzler (2017)
François, karısı ve sevgilisinin olmasını o kadar doğal olarak kabul ediyor ki. Mutluluğunun daha çoğalacağını düşünüyor. İşte bu düşünceyle karısının ona neden çok mutlu olduğunu sorması üzerine “öteki kadını” anlatır ve karısından da aynı şeyi bekler. Peki Thérèse’da bunu aynı doğallıkla karşılayacak mı? Bunun cevabını filmi izleyerek öğrenelim. Filmi çağrıştıran yazının başındaki sözünü ettiğim Murakamı’nın romanında Reika İşida’nın mektubundan Toru Watanaba’ye mutluluk üzerine tavsiyesi ise; “Ama düşünülecek olursa, neyin iyi olduğunu, neyin olmadığını kim söyleyebilir ki? İşte bu yüzden, mutlu olma fırsatı yakaladığınızda dört elle sarılın ve diğer insanlar hakkında çok endişelenmeyin. Kendi deneyimimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim: Hayatta böylesine fırsatlar insanın karşısına iki ya da üç kez çıkar ve eğer kaçırırsanız yaşam boyu pişmanlık duyarsınız.”