Bir zamanlar sevdiklerinden uzakta olan insanlar geceleri yıldızlara bakar sevdiklerinin de baktığını düşünerek hasret giderirlerdi. Bu çok uzun zaman önceydi.
David Lynch’in The Straight Story (1999) filminin jeneriği de karanlık gökyüzündeki yıldızlarla başlar. Film boyunca da kahramanımız Alvin Straight zaman zaman gökyüzündeki yıldızlara bakar. Yönetmen filmin sonunda da başlangıçta olduğu gibi karanlıkta parlayan yıldızlarla filmi bitirir.
Film, ABD’de Laurens, Iova’da yaşayan, iki bastonla bile güçlükle yürüyebilen ve gözleride iyi görmeyen yetmiş üç yaşındaki Alvin Straight’ın on yıldır görmediği ve konuşmadığı kardeşi Lyle’i görmek için yaptığı yolculuğu anlatır.
Hayatın çok yavaş aktığı sakin kasabadaki evinde orta yaştaki kızı Rose ile birlikte yaşarken bir gece çalan telefonla bu rutin hayatları değişir. Telefondaki kişi uzaktaki kardeşinin kalp krizi geçirdiğini haber verir. Alvin, 300 mil (480 km) uzaktaki Wisvconsin, Zoin dağında yaşayan Lyle’i görmek için çim biçme makinesinin arkasına kendi yaptığı römorku takarak kızı ve arkadaşlarının uyarılarına aldırmaz ve yola çıkar. Bir insandan bile yavaş giden bu araçla yola çıkmak, yaşlı ve sağlıksız biri için çok tehlikelidir.
David Lynch ilk uzun filmi Eraserhad (1977) ve sonrasında kendine özgü bir sinema dili oluşturmuştu. İnsanı huzursuz eden bir dil. Rüyalar ve imgelerle anlatılanlar geleceğe ilişkin umudu da yok ediyordu. Güzel görüntülerle başlayan ve izleyicilerin her şeyin güzel olacağını sandığı Blue Velvet (1986) filmi de “Bu bir David Lynch filmidir, ne bekliyordunuz ki?”der gibidir.
The Straight Story, bir yol filminden çok daha fazlasını anlatır. Alvin’in hasta kardeşini görme hikayesinden başka bir çok alt öyküyü de izleriz. Öncelikle insanların rutin bir hayat sürdürdükleri sakin kasaba, zaman zaman grileşen mavi gökyüzü altında uzanan uçsuz bucaksız mısır ve soya tarlaları Amerika taşrasına bir övgüdür. Aynı zamanda ressamda olan yönetmenin bu özelliğini filmin her sahnesininde görürüz. Yol boyunca karşılaşılan yardımsever, dost canlısı insanlar geleceğe umut duymamızı sağlar. David Lynch’in filmografisi de insan ömrü gibidir. Diğer filmleri çoğunlukla mutsuz, sorunlu ve huzursuz kısmını bu film ise az da olsa mutlu güzel anları anlatır.
Alvin, yol boyunca kendi iç hesaplaşmasını da yapar. Yıllardır kendine sakladığı sırlarını ilk kez gördüğü insanlarla paylaşır. İkinci Dünya savaşına katıldığını ve orda yaşadığı yıllardır kimseye anlatmadığı sırrını ve savaş sonrası alkol alışkanlığının hayatını nasıl olumsuz etkilediğini öğreniriz. Ve bunu ilk kez gördüğü bir daha göremeyeceği birine anlatırken öğreniriz. Şarkının dediği gibi. “Kardeşin duymaz, eloğlu duyar.”
Film, yaşlılık üzerindedir de. Yaşlı insan sağlığını yitirir ve gençken yaptığı hiç bir şeyi yapamaz. Otobüsle bir günde gidebileceği yere bir çim biçme makinesi ile tek başına yoculuğa çıkmak yaşlılığa, hastalığa ve ölüme karşı gelmek değil midir? Birlikte kamp kurduğu bisikletçi gençlerle yaptığı sohbette onlara “Yaşlı olmanın en kötü tarafı genç olduğunu hatırlaman”diye söyler. Zaten film gerçek bir hikayeden yola çıkılarak yönetmenin diğer bir çok filminde yapımcı ve senaryo yazarı olan Mary Sweeney tarafından kurgulanmıştır. Yönetmen ile Mary Sweeney 2006 yılında evlenirler, evlilikleri bir yıl sürer. Gerçek kahraman bu yolculuk sonrası kanserden ölür. Ve filmde Alvin’i canlandıran Richard Farnsworth’de filmden iki yıl sonra yakalandığı kansere direnemez intihar ederek hayatına son verir.
Film aile üzerinedir de. Yaşlı adamın taşıtını beğenmeyen ve yolda kimsenin arabasına almadığı genç kızla kamp yaparlar. O hamiledir ve ailesi ile sevgilisinin bundan haberleri yoktur. Onunla yemeğini paylaşır ve ona çocuklarına anlattığı Akira Kurosawa’nın Ran (1985) filminde de geçen tek çubuğun kolayca kırılabileceği ancak bunlar bir araya gelince kimsenin kıramayacağını bunun da ‘Aile’ olduğunu söyler. Ancak Alvin’in birlikte yaşadığı kızı ve on yıldır konuşmadığı kardeşi dışında ailesinden kimseyi göremeyiz.
David Lynch’ın çocukluğu babasının işi nedeniyle farklı yerlerde geçmiştir. O, yolları sever. Bu yüzden filmlerinde bitmek bilmeyen uzun yolları ve şerit çizgilerini hızlı veya yavaş görürüz. O ressam ve müzisyendir. Yukarıda belirttiğim gibi bu filmde olduğu gibi onun filmlerinde resmin tadını alırız. Ve müzik önemlidir. Lynch’in bir çok filmin de olduğu gibi bu filmde de müzikler Angelo Badalamenti’ye ait ve harika taşra görüntüleri ile bütünlük oluşturur.
Ve film kardeşlik üzerinedir. Evet yolculuğa çıkması kendi iç hesaplaşması, yaşlılığa direnmesi de gerekliydi belki. Ancak sanırım neden küstüklerini bile hatırlamadığı bir şey yüzünden yıllardır görmediği hastalığı nedeniyle de belki bir daha göremeyeceği kardeşinden dargın ayrılmama isteğiydi onu bu zorlu yolculuğa çıkaran. Çünkü Aile tek başına kırılabilen çubukların bir arada olduğunda kırılamayacağı gibi.