Yaşadığımız dünya gerçekten var mı? Biz gerçekten yaşıyor muyuz? Ailemiz, dostlarımız gerçek mı? Ya her şey bir yanılsama ise! Hayatımız bir kurgu, bizde bu kurgunun ‘Yıldızı’’ isek.
Modern felsefenin kurucusu sayılan Descartes (1596-1650) Felsefenin İlkeleri kitabında “Ancak açık ve seçik olarak kavradığımız şeyler üzerine bir yargıda bulunduğumuz sürece, hiçbir zaman yanlışı doğru yerine koyamayacağımız kesindir.” der.
Truman Şov filmini izledikten sonra, tüm duyu organlarımızla hayatımızın gerçekliğini açık ve seçik olarak hissetmemize rağmen “Her şey gerçek mi?” diye sormadan edemiyor insan. The Truman Show (1998) Peter Weir’in yönettiği bir film. Peter Weir, herkesin çok iyi bildiğini ve unutmadığını sandığım Ölü Ozanlar Derneği (1989) filminin de yönetmenidir. Özellikle 2014 yılında hayatını kaybeden Robin Williams’in sıra dışı İngilizce öğretmenini canlandırdığı film.
Truman Burbank (Jim Carrey), tipik bir Amerikan kasabasında güzel karısı Merly (Laura Linney) ile yaşamaktadır. Sigorta şirketinde çalışmaktadır. Kasaba Seaheaven adasındadır. Birbirinin aynısı müstakil evlerde yaşayan bu insanların mutlulukları yüzlerinden okunur. Trafik düzenli, caddeler tertemizdir. Güneşin doğuşu ve batışı eşsiz güzelliktedir. Hayatın bu sorunsuz akışına Mozart’ın Piano Sonatı Alla Turca eşlik eder. Ters giden bir şey yok gibidir. Ancak oyuncuların, çok işlevli körleşmeyen mutfak bıçağı, bira ve çim makinesi gibi ürünlerin reklamını izleyicinin gözüne sokarcasına yapmaları işlerin hiç de göründüğü gibi olmadığının ilk işaretleridir.
Truman, işe gittiği bir sabah caddede küçük yaşta deniz kazasında ölen ve bedeni bulunamayan babası ile karşılaşır. Birileri hızlıca babasını alıp oradan uzaklaştırır. Kasabada ters giden bir şeyler vardır. Lise aşkı Sylvia (Natascha McElhone) babası olduğunu söyleyen kişi tarafından zorla kaçırılırken onun söylediklerini hatırlar. “Hiçbir şeyin gerçek olmadığını, gökyüzünün ve denizin yapay bir dekor olduğunu, herkesin ona rol yaptığını, herkesin de onu izlediğini söyler.
Truman otuz yaşına gelmiştir. Dünyadan izole edilen ve sanal bir dünyada doğumundan başlayarak tüm hayatı canlı yayınla televizyonlardan yayınlanmıştır. Sonrasında tüm yaşamı kasabaya yerleştirilen beş bin kamera onun ilk yürüyüşünü, ilk dişinin çıkışını, okula gidişini tüm dünyaya gaktarmıştır. İnsanlar her an onu izleyerek televizyona farkında olmadan gönüllü esir olmuşlardır. Projenin sahibi Christof (Ed Harris) sanal olarak kurulan aydan yıllarca bir tanrı gibi Truman’ın hayatını yönetmiştir. Gerçekten de Christof kurulan sanal dünyada güneşin doğmasına, batmasına, tüm doğa olaylarına karar verir. Ve Truman’ın en yakınındaki insanlar onun bunları yapmasına yardımcı olurlar. Babası ölmüş gibi rol yapar. Çocukluk arkadaşı ona hep rol yapar. Tek gerçek kişi vardır, Truman’ın lise aşkı Sylvia.
Genç kızın saf sevgisi Truman’ın bu sanal dünyadan kurtulabilmek için umut olmuştur. Onun kaçırıldığı Fiji’ye gitmek Truman’da tutku haline gelmiştir. “Geriye dönmeye başlamazsan, daha uzağa gidemezsin” Ancak bu o kadar kolay değildir. Uçaklar da yer bulamaz. Şehir dışına otobüsle çıkmak istese de otobüs arıza yapar.
Filmde kitle iletişim araçlarına sahip olanların ve onlara hizmet edenlerin insan hayatına müdahalesi, onlara sunduğu sanal mutluluklar ile köleleştirmesine eleştiri yapılır. Ancak filmden yirmi yıl sonra geldiğimiz durum, Truman’dan hiç de farklı değil. Günümüzde tüm hayatımızı, sosyal medyada en ince ayrıntısına kadar gönüllüce sergiliyoruz. Her şeyimiz sanallaştı. Tüm yaşantımız başkalarının izlemesi için yapılır hale geldi.
Truman ne yapacak? Her şeyin mükemmel olduğu sorunsuz bu dünyayı terk edebilecek mi? Onu neyin beklediğini bilmediği karanlık bir kapıdan geçip acılara ve zorluklara katlanmayı göze alabilecek mi? “Nasıl Sona Erecek?”
Peki biz ne yapacağız?