“Hristiyanlıktan önce ölen insanlara ne oldu? Ruhları nereye gitti?
Yaz ülkesine.
Yaz Ülkesi nerede?
Burada. Etrafımızda, her yerde. Bize bir şey söylemeye çalışan huzursuz bir ruh tarafından bozulana kadar göremediğimiz, görünmez bir katman gibi.”
Bu diyalog Jessica Swale’nin yönettiği Summerland (2020) filminde geçiyor. Genç İngiliz kadın oyun ve senaryo yazarı olan Jessica Swale’nin senaryosunu yazıp yönettiği tek filmi. Film folklor araştırmaları yapan yazar Alice Lamb ve bakmak zorunda kaldığı Frank adındaki çocuk üzerindir. Geri dönüşlerle anlatılan hikayeler sonunda bizi başladığımız yere getirir.
İngiltere’de Kent adlı kasabada 1975 yılında daktiloda yazı yazan yaşlı kadınla başlayıp hemen 2. Dünya savaşı yıllarına kahramanımızın gençlik yıllarına gideriz. Otuz yıl önce de aynı masada aynı daktiloda yazı yazmaktadır. Çocuklar kasabanın dışında denizin kıyısındaki evinde yalnız yaşayan kadının Nazi casusu ve bir cadı olduğunu düşünmektedir. Onu sürekli rahatsız ederler.
Gönüllü aileler, Almanların hava saldırılarını yaptığı Londra gibi şehirlerden gelen küçük çocukları evlerinde bakmakta ve onların savaştan etkilenmeden eğitimlerini sürdürmelerini sağlar.. Alice’e (Gemma Arterton) Frank (Lucas Bond) adındaki bir da çocuk getirilir. Alice bunun için gönüllü olmamıştır. Yeni bir aile bulununcaya kadar bir hafta bakmak zorunda kalır. Genç kadının tüm dünyası geçmişe ait efsaneler ve onların arkasındaki hikayeleri araştırmak ve yazmaktır. Kasaba halkı ile zorunlu olmadıkça iletişim kurmaz. Zaten onların gözünde “Sahildeki Canavar” dır. Onun dış dünya ile arasındaki perdeyi Frank’ın sevecenliği parçalayacaktır. Çocuk onun çalışmalarını merak edip onlarla ilgilendikçe Alice’de geçmişin yaraları tekrar kanamaya başlar ve şimdiki zamanla geçmiş zaman iç içe girer.
Alice’ın araştırması havada yüzen adaların görüntüleri ile denizcileri rotalarından çıkarıp gemilerini kaylıklara çarptırarak onları büyüleyip boğulmalarına neden olan Morgan Le Fay ve onun Fata Morgana efsanesi üzerinedir. Morgan Le Fay, Altıncı yüzyılda yaşamış efsanevi Kral Arthur’un büyücü olarak bilinen üvey kız kardeşidir. Fata Morgana (Çöldeki Serap) ışığın kırılması sayesinde nesnelerin ufkun uzerinde birden fazla görünmesi olayıdır. Alice bunun benzer şekildeki kıyılarda olduğunu keşfeder. Kendilerine yakın Ramsgate koyuda benzer şekildedir ve yakınında bulunan Dover Şatosu halk tarafından denizin üzerinde havada asılı görülmüştür. Frank’la birlikte oraya giderler ve Frank Şato’yu gördüğünü söyler.
Savaşın uzağındaki sevimli küçük kasabanın doğal güzellikleri eşliğinde Alice ve Frank’ın hikayelerini ile birlikte Alice’nin kıyı kasabasında tek başına insanlardan uza yaşamasına neden olan geçmişini izlerken yönetmen savaşı hep hatırlatır. Frank’tan babasının savaş uçağı pilotu, annesinin de bakanlıkta çalıştığını öğreniriz. Bombalarla harabeye dönen Londra’nın görüntüleri izleyiciyi efsaneler ve Alice’nin geçmişinden uzaklaştır.
Alice, Frank’a Yaz Ülkesinin hemen yanımızda olduğunu, onu görebilmek için ise bulutlardaki kalıpları bozarak ulaşabileceğimizi söyler. Çünkü Paganlara göre bulutlar bize Yaz Ülkesi’nden gönderilen işaretlerdir. Yaz Ülkesi, 16.yüzyılda yaşamış İtalyan yazar, şair ve filozof Tommaso Campanella’nın Güneş Ülkesi kitabında anlattığı yaşadığımız ancak bir gün gerçekleşecek olan güneşin bile herkese eşit doğduğu bu dünyadan başka bir yer değildir.
Frank’ın annesini Vera’yi ise Belle (2013) filminde de oynayan Gugu Mbatha-Raw oynuyor. Ona yazıda hiç değinmedik. İzleyici bunu filmi izleyerek öğrenmeli. Çünkü Alice’nin dediği gibi “Hikayeler bir yerden geliyor olmalı.”