Salgın herkesin hayatını kötüleştirerek ekonomik ve ruhsal yönden güçsüzleştirdi. Geleceğe olan umudumuzu yaraladı. Bu zor zamanlarda dayanışma içinde olması gereken insanlar hastalığın bulaşıcı özelliği nedeniyle birbirlerinden iyice uzaklaşarak yalnızlaştı. Özellikle kentlerde sosyal alanların kapanması bu yalnızlığı daha da çekilmez hale getirdi.
Bir arkadaş ile kahve içmeyi özlediğimiz bu günlerde iç sıkıntımızı nasıl gidereceğiz. Sanat ile; özellikle de edebiyat ve sinema az da olsa bizi avutacaktır. Ancak kitaplar ve filmler çoğunlukla insanların acı ve sorunlarını anlattığı için okuyucu “bizim derdimiz bize yetiyor, başkalarının dertlerinden bize ne?” diyebilir. One Fine Day (1996) Güzel Bir Gün filmi bir süreliğine bizi gerçek dünyadan uzaklaştırıp sonunda gülümsetebilecek türden.
Güzel Bir Gün, ABD doğumlu Micheal Hoffman’ın (64) yönettiği romantik komedi bir film. Bu gün altmış yaşını geçmiş yönetmen ve tanınmış oyuncuların olgunluk dönemlerinde çekilmiş. Melanie (Michelle Pfeiffer) boşanmış iş kolik bekar bir kadındır. Tüm hayatı küçük oğlu Sammy ve inşaat projeleri yaptığı işinden oluşmaktadır. Melanie oğlunun babasından kopmaması için gayret etse de adam oğlu ile ilgilenmemektedir. Kadın her şeyi tek başına yapmaktadır. Zaten filmin başında gece apartmanın her katının pencerelerinden orda oturan aileleri görürüz, Melanie’nin penceresine geldiğinde onu tek başına görürüz. Yalnız bir kadındır. Sonra gazeteci Jack (George Clooney) ile tanışırız. O da yalnızdır. Eski eşi küçük kızı Maggie’yi babasına getirir. Çünkü yeniden evlenmiş ve balayına gideceği için kıza bir süreliğine Jack’in bakmasını istemektedir. Adamın işleri yoğundur, üstelik bir çocuğa nasıl bakılır bilmemektedir. Film Melanie ve Jack’in bir gününü anlatıyor. Yolları bir şekilde kesişen bu iki insan, gün boyunca ordan oraya işlerini yetiştirmek için mücadele ederken çocuklarla ve onların açtıkları sorunlarla da ilgilenmek zorunda kalırlar. Çünkü çocuklar sınıf arkadaşıdır ve o gün okulun yapacağı gemi gezisini kaçırırlar ve bakacak başka birilerini de bulamazlar.
Melanie’nin oğluna gösterdiği özen saygıyı hak eder ve dünyanın neresinde olursa olsun yalnız ve çalışan annenin hayatının çok zor olduğunu gösterir. Kadın ve adam işlerini kaybetmemek için mücadele ederken çocuklara bakabilmek için de zorunlu olarak iş birliği yapmak zorunda kalırlar.
Güzel bir gün biter evlerin pencereleri aydınlanır ve film başladığı gibi biter. Ancak bu diyalektiğe aykırıdır. Her şeyin önceki gece gibi olması mümkün olabilir mi?