Hitler faşizminin 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek ikinci dünya savaşını başlattığı tarih olan 1 Eylül, barış içinde bir dünya mücadelesini unutturmamak için “Dünya Barış Günü” olarak ilan edilmiştir. Dünya genelinde, barış isteyen halkların alanlara çıkarak taleplerini ifade ettiği gündür 1 Eylül.
82 yıl sonra bizler 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü selamlarken, emperyalist dünyanın güçleri halklara savaş ve zorbalığı dayatmayı sürdürüyor. Emperyalist ülkeler, iktidarını sürdürmek için savaşı bir yol olarak görenler, savaşların doğurduğu insanlık dramını görmezden gelmeye devam ediyor. Dünya ve bölge halkları bir Dünya Barış Günü’ne daha savaşların kuşatmasında, barışa susamış olarak giriyor.
Sayıları son yıllarda hızla artan mülteciler ile dünya büyük bir insanlık krizi yaşıyor. Ülkemiz ise bu insanlık krizinin yaşandığı yer haline geldi. Sadece geçici koruma kapsamındaki Suriyelilerin sayısı 3 milyon 700 bini aştı. 2014-2021 yılları arasında üçüncü ülkelere (Kanada, ABD, İngiltere, Norveç vb.) yerleştirilen Suriyelilerin sayısı ise 17 bin 600 ile sınırlı kaldı.
Suriye, Afganistan ve Libya başta olmak üzere, yaşanan güç ve iktidar savaşlarında en çok kaybedenler; işçiler, kadınlar ve çocuklar oldu.
SAVAŞ; SİLAH SANAYİSİ İÇİN KÂR, HALK İÇİN YOKSULLUK VE ÖLÜM DEMEKTİR
Bölgemiz çatışma ve yaratılan gerilimlerin başlıca odaklarından biri. Suriye ve Libya harabeye döndü. Karadeniz kıyıları, Ortadoğu ve Kafkasya ülkeleri, Akdeniz’in kritik bölgeleri emperyalist yığınak altında bulunuyor. Başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler ‘barışın tesisi’ iddiasıyla gittiği her yere savaş ve yıkım götürüyor. Özellikle Ortadoğu, bitmeyen bir savaşın nesnesi olarak emperyalizmin savaş laboratuvarı olarak işlev görüyor.
ABD’nin yıllardır süren işgali ile yıktığı Afganistan’dan geriye, şimdi ABD ile anlaşarak iktidara yürüyen şeriatçı zorbalıktan başka bir şey kalmadı. Kadınlar başta olmak üzere, Taliban’ın şeriatçı zorbalığına ve her türlü siyasal gericiliğe hayır diyen insanların geleceği tümüyle yok edilmek isteniyor.
Son NATO ve G7 zirvesinde Çin’e karşı 2030’a kadar süreceği ifade edilen yeni bir “soğuk savaş” başlatıldı. Dünyanın en büyük savaş örgütü olan NATO Amerikan şefliğinde yeniden işler hale getiriliyor.
AKP iktidarı Yeni Osmanlıcı propaganda eşliğinde emperyalistlerin savaş senaryolarına ekleniyor, gerilim ve çatışmalardan yeni manevra alanları yaratmaya ve pay kapmaya çalışıyor. Suriye ve Afganistan başta olmak üzere yaşanan kitlesel göçlerin ve insani trajedinin sorumlusu emperyalist politikalar ve ateşe odun atmakta beis görmeyen AKP’nin dış politika anlayışıdır.
Halklara “ulusal çıkarlar” diye yutturulmak istenen savaş politikalarının işçi sınıfına ve ezilen halklara zerrece yararının olmadığının artık üstü örtülemiyor.
Emperyalist savaş politikalarının izdüşümü ülke içinde barışın önemini bir kat daha artırıyor. Tek adam yönetimi yapay kutuplaşmalarla ülkeyi gerilimlere sürüklerken Kürt sorununa ilişkin geleneksek inkâr çizgisini devam ettiriyor. Kayyum sistematiği ve kitlesel tutuklamalarla Kürt halkının iradesi yok sayılıyor. Taliban meşru görülürken 6 milyon insanın oy verdiği HDP terörist olarak hedefe konuyor. Siyasal cinayetler ve ırkçı saldırılar cumhur ittifakının kışkırtıcı kutuplaştırıcı politikaları ile desteklenirken halklar, tüm bu kışkırtmalarla ile savaşsız, çatışmasız bir ülkenin mümkün olmayacağına ikna edilmeye çalışılıyor. Oysaki Kürt sorununun Kürtlerin kimliğiyle, diliyle, eşit hak ve özgürlükler temelinde çözülmesi demokrasi ve barışın bir arada yaşamanın teminatı olduğu her geçen gün daha çok anlaşılıyor. Savaş ve yıkım politikaları kaybediyor. Kaybetmeye devam edecek.
BARIŞA HAVA KADAR SU KADAR İHTİYACIMIZ VAR
Savaş; demokratik, eşit, özgür ve adil bir yaşam hakkını engeller, işçi sınıfına daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk ve sömürü getirir. Emek sömürüsü, açlık, yoksulluk, işsizlik anlamına gelen savaşlardan doğrudan etkilenen işçiler, emekçiler halklar olarak bizler yaşanır bir dünya talebini yineliyoruz. Bu nedenle şiddetin çözümü emek, barış ve demokrasidir diyoruz.
Barışın hiçbir zaman olmadığı kadar yüksek bir sesle haykırılması, “çocuğun gördüğü düş” olmaktan çıkıp somut koşullarının sağlanması için mücadele etmeye devam edeceğiz.
İşçi sınıfı ve ezilen halklar olarak, emperyalizme ve işbirlikçi rejimlere karşı demokrasi, bağımsızlık, barış ve eşitlik mücadelesini yükselteceğiz. Savaşsız, sınırsız, sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya için mücadele edeceğiz.
Tabii ki bundan 5 yıl önce ülkemizde de barış için ses veren akademisyenler haksız ve hukuksuzca ihraç edilmiş, yargılanmış barış için imza vermekten yaşamları pahasına geri durmamışlardır. 80li yıllardaki barış savunucularını bu ülke unutmayacak. Barış için çok bedel ödeyenler olacak ama barış mücadelesinden ve yurtta sulh cihanda sulh demekten asla vazgeçmeyeceğiz.
Savaşa karşı barış, ayrımcılığa karşı eşitlik, ırkçılığa karşı kardeşlik!