Karanfil yaprakları gibi parçalanmış vücutlarınız etrafa saçılmışken; biz, olay yerinde neden polisin olmadığını, tek bir polisin, onun da trafikçi olduğunu konuştuk, tartıştık!..
Beyinlerimiz dumura uğramıştı... Oysa; biz ilerici devrimci demokrat ve yurtseverlerin düzenlediği hangi mitingimizde polis güvenlik almak amacıyla gelmişti?.. Polis hangi mitingimize gelmişse, bizleri joplamak için, darp etmek için, tomalarıyla dağıtmak, gözaltına almak için, provokasyon çıkartmak, hatta bazı mitinglerimizi kurşunlamak için geldiğini ''unuttuk''...
Şimdiye kadar değil miting basın açıklaması da dahil her türlü demokratik haklarımızı bedel ödemeyi göze alarak kullandığımızı ''unuttuk''...
Bombalı saldırının gerçekleştiği Ankara Garı'nın Yenimahalle’deki MİT merkezine, işkenceleriyle ünlenmiş DAL'a, Adliye Sarayı'na kaç metre mesafede bulunduğunu konuştuk, tartıştık...
Beyinlerimiz dumura uğramıştı... Oysa, emniyet müdürlüğünde on yılar boyunca en barbar işkencelerden geçirilenler, işkenceyle sakat bırakılanlar, işkenceli sorgularda katledilenler bizlerdik... MİT'in her dönem tehlike olarak değerlendirip izledikleri, fişledikleri, kaçırıp kaybettikleri, ‘bin operasyon'larda infaz ettikleri bizlerdik... Bu düzenin adliye sarayı da mahsum olmadı hiçbir zaman! Madımak katilleri elleri kelepçesiz duruşmalara getirilip, mahkeme koridorlarında çay-kahve içip aileleriyle açık görüşme yaparken; kör hücrelerinde tutulanlar, mahkeme salonlarında, savcıların, hakimlerin gözleri önünde polisin, jandarmanın saldırısına uğrayan, savunma hakkı gasp edilen, göstermelik yargılamalarla MİT'in, işkenceci polislerin hazırladıkları fezlekelere göre yargılanan ve en ağır cezalara çarptırılanlar bu ülkenin demokratları, devrimcileri, aydınlarıydı...
Olay yerinde ambulansın neden bulunmadığını sorduk... Ambulanstan önce çevik kuvvet polislerinin gönderildiğini, gelen polislerin jop ve gaz kullanarak sağ kalanlarımıza saldırdığını, daha fazla panik yaratmak amaçlı silahla havaya ateş açtığını konuştuk, tartıştık...
Beyinlerimiz dumura uğramıştı... Oysa polisin gözünde biz her daim yok edilmesi gereken düşmandık...
Uyuşturucu ticareti, cinayetler de dahil olmak üzere adı pek çok karanlık, kirli işlerle anılan bir mafya şefinin Rize'de katıldığı mitingle, gerçekleştirmek üzere geldiğiniz Ankara mitingini mukayese ettik... Mafyacının özel korumalarıyla mitinge katılırken yaptığı şovu, Recep Tayyip Erdoğan'a destek konuşmasını, miting alanının Erdoğan'la birlikte çektirdiği fotoğraflarla süslenmesini, AKP'ye oy istemesini ve kudurmuşçasına sarf ettiği 'oluk oluk kan akacak' sözlerini konuştuk, tartıştık...
Beyinlerimiz dumura uğradı... Düşünemez olduk...
Oysa, karanlık dehlizlerde kulaç atanların kimlikleri, kişilikleri, kimlere uşaklık ettikleri, kime destek verecekleri, kimleri tehdit edecekleri, devletin de bu tiplere şefkati, muhabbetti kimse için sır değildi...
İstihbarat zafiyeti olup olmadığını, MİT'in ve devletin diğer istihbarat örgütlenmelerinin sıradan vatandaşların soluk alış-verişini dinlerken ve bunu yapmakla övünürken, her gün tehditler savuran kanlı İŞİD çetesi için neden önlem alınmadığını, İŞİD tarafından eğitildikten sonra Türkiye'ye gönderilen saldırganların kimliklerinin belli olduğunu, kimlerin intihar saldırısı yapabileceğinin bilindiğini konuştuk, tartıştık...
Beyinlerimiz dumura uğradı... Acı içerisinde muhakeme yetimizi yitirdik...
Oysa, İŞİD'in ne olduğunu, destekçilerini Kobani'ye saldırdığında 'Kobani düştü, düşecek!' diyerek zil takıp oynayanları da en yakından bilen bizlerdik...
Tüm dünya acılarımızı paylaşan mesajlar yayınlarken, hükümet adına açıklama yapmak için TV ekranlara çıkan üç bakandan 'ibretlik' sözler duyduk. Yabancı bir gazetenin Türkiye muhabiri sordu. İçişleri Bakanı istifayı gerektirecek bir durum olmadığını söylerken, CV'sinde 'Adalet Bakanı' yazanın utanmadan sırıttığını gördük. Böylesi bir günde komik olanın ne olabileceğini sorguladık, konuştuk, tartıştık...
Siz karanfillerimizi sonsuzluğa uğurlarken, Başbakan açıkladı; 'Şu anda bir AK parti hükümeti iş başında değil'miş... Hayretler içerisinde bakakaldık...
Bu yılın başlarında, şubat ayında ABD'de üç Müslüman kişi öldürüldüğünde, Obama'ya seslenip 'Neredesin Başkan!' diyen Recep Tayyip Erdoğan'ın o günlerde verdiği demeci hatırladık; 'Biz siyasiler ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz' demişti. Şimdi ne diyecek diye merak ettik, konuştuk tartıştık...
Oysa faşizmi, devleti ve devleti yöneten siyasi iktidardakilerin çözümlemesini yapacak kadar bilgi ve deneyim sahibiydik... Korkup yılarak sizlere ihanet ettiğimizi sanmayın... Biz acımızla kavrulurken başkaları bizim adımıza konuştu. Olayların gerçek sorumlularını gizleyen yaklaşım ve yorumlarıyla bilerek ya da bilmeyerek gündem saptırmaya çalıştılar.
Televizyonlar, gazeteler bunları yazıp- çizip, konuşup tartışırken, yüz binler ''Kahrolsun Faşizm!'' sloganlarını haykırarak sizi uğurluyordu...
Bu halk sizi UNUTMAZ !..