Suudi Arabistan'ın Şii din adamı Ayetullah Nemr'in de aralarında bulunduğu 47 kişiyi idam etmesi, önceden beri sorunlu olan Suudi Arabistan-İran gerilimini iyice tırmandırdı...
Karşılıklı hamleler tehlikeli bir hal aldı. Tahran ve Meşhed'deki Suudi diplomatik temsilcilikleri protesto eylemi yapan göstericileri hedefi olurken, İnfazlara Şii dünyasından tepkiler sadece İran'la sınırlı kalmadı. Irak Başbakanı İbadi, Lübnanlı Hizibullah grubu lideri Nasrallah idamlara sert tepki verdiler...
Aslında Suudi Arabistan ile İran arasındaki sürtüşme ve gerginlikler yeni değildir. Yeni olan bu kez doğrudan karşı karşıya gelmeleridir. Çünkü halen devam etmekte olan Yemen iç savaşında İran ve Suudiler açık taraftırlar. İran, ülkedeki Sünni yönetimi deviren Husiler'i desteklerken; Suudi Arabistan, Yemen'de Sünni yönetimi yeniden iş başına getirmek için askeri müdahalede bulunmaktadır.
Kriz büyüyerek devam ediyor... S. Arabistan 2 Ocak'ta Yemen'de ateşkesi sonlandırdığını açıklamasından dört gün sonra Yemen'deki İran Büyükelçiliği'ni bombaladı. Karşılıklı tüm diplomatik ve ticari ilişkiler askıya alındı... Sünni - Şii ayrımı bölgedeki devlet ve toplumları da saflaştırarak büyümektedir. Başta Arap Birliği olmak üzere Katar, BAE gibi ülkeler de Suudiler'in safında olduklarını sadece İran'daki elçilik binalarına yapılan saldırıyı kınayarak deklare ettiler.
Son gelişmeler bölgede sürüp giden 1400 yıllık mezhep tartışmalarını yeniden gündeme getirdi... İslam'ın farklı iki ekolü Şiilik ve Sünnilik tarihsel olarak oluşmuş bir Ortadoğu gerçeğidir. Bin yıldan fazladır süren Sünni-Şii ayrımı, her iki mezhebin de kendi özgün kültürünü, doktrinini ve düşünce akımını oluşturmasına yol açmıştır. Ancak Sünni-Şii mezhepleri arasında sürekli körüklenen bir kışkırtma yaşanmasına rağmen Kerbela katliamı ve Yavuz Sultan Selim-Şah İsmail rekabetinden bu yana devletlerarası kurumsal bir mezhep çatışması yaşanmamıştır.
Türkiye bu saflaşmanı tarafı olmamalıdır... İdamların hemen öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suudi Arabistan ziyareti İran tarafından doğal olarak eleştiri konusu yapıldı. Erdoğan'ın Türkiye'ye dönmesinden saatler sonra Suudi Arabistan'da infazların gerçekleşmesi tesadüf olamaz. Elbette ki akıllara sorular getirmektedir. Bölgeyi derinden sarsacak idamlar gündemde iken, Erdoğan'ın sadece Umre ziyareti yaptığı, geri kalan zamanını da Suudi Kralı ile hal-hatır sohbeti ile geçirdiğini düşünmek abes olur.
Kaldı ki, bu olaylara ilişkin yapılan resmi açıklama ve yetkililerin beyanları Türkiye'nin bu tehlikeli saflaşmada Suudi Arabistan'ın yanında yer aldığını açıkça göstermektedir. Önce Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş konuştu ve idamları da eleştirdi; ''İdam cezalarının uygulanması, hele hele siyasi idam cezalarının uygulanmasının hiçbir şekilde bölge barışına katkısı olmayacaktır. Biz bütün bu siyasi idam cezalarının hepsine de karşı olduğumuzu açıkça ifade ediyoruz'' dedi. Ama infazlardan üç gün sonra Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklama Kurtulmuş'un sözlerini tekzip niteliğindeydi. Söz konusu açıklamada İran'daki Suudi Arabistan diplomatik temsilciliklerine yönelik saldırılar kınanırken, Suudi Arabistan'ın 47 kişiyi asmasından tek bir kelime söz edilmiyordu.
Mısır'daki idamları ve ona karşı tutumu hatırlayalım... O zaman ne diyordu Erdoğan? O gün ''Ey dünya neredesin? diye bas bas bağırıp, bugün S.Arabistan'ın ''İnanç özgürlüğü istiyoruz!'' diyen 47 insanı sırf kendi yönetimlerine mualif oldukları için infaz etmesini ''iç hukuk'' olarak yorumlayamazsınız... Böylesi bir ortamda İran'ı dışlayan ve bir Suudi projesi olan ''İslam ittifakı''na katılacağımızı açıklamak, dahası bu oluşumun askeri kanadında yer almayacağımızı kısa bir süre önce belirtmişken, bugün birden bire her biriminde var olacağımızı söylemenin, Suudi Arabistan'la stratejik ortaklık açıklamalarının bir anlamı olmalıdır...
Türkiye'deki mevcut yöneticilerin hangi din, hangi mezhepten olduklarını sorgulamaya kimsenin hakkı olmadığı gibi, yöneticilerin de mezhep referansıyla politika yapma hakları yoktur ve olamaz...
Dış politika ciddiyet ve inandırıcı bir diplomasi ister; tutarlı ve makul bir strateji, sonuç alıcı taktikler ister. Cami altı çay ocaklarındaki sohbet tartışmaları düzeyinde birikimle bir ülkenin dış politikasına yön verilemez.
Mezhep temelli inanç savaşı, Ortadoğu halkları için en tehlikeli haldir. Sadece devletler birbiriyle savaşmaz, her ülkenin içerisi de karışır... Ve başladığında bitirilmesi en zor savaş olur... Bu ne Sünni, ne de Şii halkların çıkarınadır. Yaratacağı tek bir sonuç vardır: Her iki tarafı da sürekli yıpratacaktır. Böylesi bir savaştan kazançlı çıkacak olan ise emperyalistler ve onların bölgedeki karakolu İsrail devleti olacaktır.